Bu konuyu aslında daha öncesinde bir kez daha yazmıştım ama toparlayarak tekrar kaleme almak istedim çünkü insan yetiştirmenin eğitim, sevgi, ilişkiler ve çocukluk dönemi ile nasıl bir bağlantısı olduğunu, nasıl mühim olduğunu daha iyi idrak edebilmeliyiz. İlk önce konuyu hormonal olarak inceleyelim. İlk konuğumuz oksitosin hormonu. Oksitosin tıpkı heyecan artıran dopamin ve mutluluk oluşturan serotonin gibi duygularımıza yön veren bir hormon arkadaşımız. Aynı zamanda annenin bebeğine süt verirken de salgıladığı oksitosin, annenin çocuğuna koşulsuz bağlanmasını da sağlar. Oksitosini aslında hem kadın hem de erkek salgılar fakat kadınlarda bu hormon orgazm sonrasında da oluşur. Doğanın, partnere bağlanmak için uyguladığı mükemmel bir yöntemdir aslında. Kadınların tek eşli olmada başarılı olmalarının altında bu neden yatar. Her orgazmda partnerine bağlılık artar çünkü orgazmla birlikte oksitosin de her seferinde salınır. Erkeklerde de okşama, sarılma, seks esnasında bu hormon aktif olur ve ilişkide oksitosin salındığı sürece her iki taraf da birbirine güvenir ve sadakat göstermeye meyilli…
Daha İyisi Olabilirsin
Aslında her şey farkındalıkla, korkularımızla ve kusurlarımızla yüzleşerek, onları ve kendimizi kabul ederek, hiçbir yaşanmışlığı ve arkasında bıraktığı duyguları ve travmaları göz ardı etmeyerek ve kendimizi bu yolculuğumuzda iyileştirerek gerçek sağlığa ulaşmaz mıyız? Hep söylerim; bizler holistik bir gerçeğiz. Yani hem beden, hem zihin,hem de ruh üçlüsünün de sağlıklı olması gerek. Yalnızca besinlere dikkat ederek ya da yalnızca enerjiyle iyileşemeyiz, dönüşemeyiz ve duyguları dönüştüremeyiz. Bizden ayrı bir dünya olan bir gerçek var ki o da beynimizdeki bilinçdışımızdır. Onu duymayı, anlamayı ve çözüm bulmayı hedeflersek. ancak o zaman kendimizi gerçekleştiririz. Bunun için de farkındalık gerek, çaba gerek, cesaret gerek ve kendini sevmek gerek. Astrolog arkadaşım @astrodayss Hale der ki; “Doğduğunuz güne geri dönün bakalım. Annenizin o günle ilgili anlattığı anılara… Doğum hikayeniz, hayatınızın geneli ile ne kadar benzerlik taşıyor?” Ve şunu ekliyor: “Doğum hikayenizde zorluklar olabilir. Ancak bu, hayatınızın çok kötü olacağı anlamına gelmez. Aksine, mücadele gücünüzü gösterir. Küçücük bir bebekken…
Tüm Mesele Senle Sen Arasında
Yalnızca yorgun, uykusuz ve makyajsızım aslında. Hasta falan değilim. Beni güzel bulmanız için fondötene bulanmaya gerek duymuyorum. Çünkü ben güzel olduğumu zaten biliyorum; ukalalık taslıyorsun demeden önce okuyun 🙂 Onaylanmaya, beğenilmeye, kadınlar tarafından “keşke ben de” denilmeye, erkekler tarafından “ne seksi bir hatun” diye düşünülmeye ihtiyaç duymuyorum. Çünkü ben tüm kusurlarımla kendimi seviyorum ve kabul ediyorum. Sivilcem olduğunda ben de üzülüyorum, göz altı morluklarımı ben de dert ediyorum, kimi zaman “şişkosun işte kızım” diyorum, göbeğime sinir oluyorum, 2 çocuğu toplam 4 yıldır emzirdiğim için artık göğüslerimden ben de şikayet ediyorum, eski bakımlı günlerimi de özlüyorum; yani her hatun gibi her şeye rağmen ben de güzel görünmeyi elbette istiyorum. Bu, tamamen ruh halime göre değişiyor. Ama bu dertlenme çok da uzun sürmüyor. Çünkü bakış açım artık makyaj değil, güzel görünmek de değil. Bunlar artık benim dert bile görmediğim şeyler. İnsan olgunlaştıkça daha farklı şeyler düşünüyor. Bana nasıl göründüğümle ilgilenen değil, benim…
Kendini İyileştir
Sanki bir adım daha atsam, Dünya’nın kenarından düşecekmiş gibi hissediyor kalbim. Korkuyorum. Osmiyum ağırlığında bir yük, Dünya’nın en yüksek yerinden bulutlara değmek isteyen Ben’i aşağıya doğru çekiyor, aşağıda bir yerlerde beni bekleyen bir kara deliğe doğru. Günlüklerimi karıştırdım yine. 2000’li yılların ortasıymış, böyle yazmışım. İyi ki de yazmışım. İyi ki de anlatmışım. İyi ki de kendimi, duygularımı, korkularımı, aşklarımı, hislerimi aktarmışım. Her canım acıdığında, her kafam karıştığında, her yoklukta, her sancıda, her cevap arayışımda, her yalnızlığımda kendimi harflerce kelimelere bırakmışım. Tek tek, uzun uzun, korkusuzca. Yargılamadan da dinlemiş beni sayfalar. Kalemim akıttıkça mürekkebini, kimi zaman gözümün yaşı akmış, kimi zaman kahkahamın neşesi. Ama her hikayenin sonunda iyileşmişim. Bu, bir tedavi yöntemidir: Yazmak. Yazdıkça kendini tanırsın, aktardıkça rahatlarsın, defterinle konuştukça kendini tanırsın, çözemediklerinde çözüme ulaşırsın. Bir yandan da ruhunu iyileştirirsin çünkü psikologdur aslında o yazılar. Aynı zamanda da daha şık cümleler kurarsın zamanla. Uzun yıllardır yazıyorum; günlük yazdım, şiir yazdım, çocuklarıma mektuplar…
Kişisel Gelişiyorum
Yaptığım hataların farkına varıp, hatamı kabul etmeyi öğrendiğimde, mükemmel olmadığımı da anladım. Oldukça eleştirel yaklaşan biri iken, asla yaşamadığım olaylar hakkında yorum dahi yapmamam gerektiğini farkettim. Sonuç itibariyle ancak yaşayan kişi ne yaşadığını bilirdi ve herkes yapabildiğinin en iyisini zaten yapardı. Önemli olanın, farkındalığımı artırmam olduğunu anladım. Bana ters gelen hikayeler, yaşanılanlar, olaylar, insan ilişkilerinde dahi herkese saygı duymayı ve asla yargılamamayı öğrendim. Saygı gösterdiğin sürece, saygın olabileceğini anladım. İlişkilerini çıkar üzerine değil, sevgi üzerine matematikleştiren insanların gerçekten de yol katettiğini gördüm. Zira diğerlerinin mutluluğu zaten gerçek değilmiş. Kaşımın gözümün nasıl göründüğünden ziyade, nasıl baktığımın daha önemli olduğunu anladım. Bir şey benim için iyi ise, başkası için iyi olmayabilirmiş. Dolayısıyla sadece benim gibi düşünenleri değil, benim gibi düşünmeyenleri de kucaklamayı öğrendim. Empati kurabilmenin bir yetenek olduğunu gördüm. Bu yeteneğimi geliştirebildikçe insanları daha iyi anlar oldum. Kimseye acımamam gerektiğini, zira fazla merhametin de gerçekten kibirden geldiğini anladım. Daha sakin kalabilmeyi öğrendiğimde;…