Çocuk bu, ağlayacak. Biz de her an an’ı yaşamıyoruz, sürekli bir uyum içinde, dengede değiliz elbette. İnatlaşmalar, öfkelenmeler, ağlamalar muhakkak ki Güneş’te de oluyor. Çünkü neticede o da bir çocuk ☺ Böyle anlarda önce kendim sakin kalmaya çalışıyorum. Beni dinleyemeyecek kadar öfkeli ise, bir iki cümle açıklama yapmaya çalışıyorum ve sonrasında susturmak yerine içindeki öfke duygusu geçene kadar ağlamasına müsaade ediyorum. O duyguyu iyice attıktan sonra “sakinleştin mi, artık konuşabilir miyiz?” diye soruyorum. Zaten öfkesi geçti ise, sakinleştiğini söylüyor ve konuya giriyorum. Dün parktaki halat köprüden korktuğu için ağladı ve bir türlü yatıştıramadım. Ağlaması geçtiğinde ise sohbetimiz şöyle devam etti: -Artık sakinleştin mi, konuşabilir miyiz? – Evet – Biliyor musun, şu an sana çok kızgınım. – Biliyorum. O sallanan ipten geçmediğim için, ağladığım için kızdın. – Evet, konu bu ama asıl sebep bu değil. Korkman çok normal. Ben de senin yaşında iken korkardım. Bu, senin kendini güvende hissedip hissetmemenle ilgili.…
İki Çocukla Hayatımı Kolaylaştıranlar
“İnsanı yoğunluk değil, strestir hasta eden” gibi bir yazı okumuştum bir kitapta. Şimdi cümlenin ne tam hali ne de kitabın adı aklımda fakat beynime iyice yer eden ve bir nevi aydınlanmamı sağlayan bir cümleydi kendileri. Evet, gerçekten de doğruydu. Bizleri mutsuz eden, hasta eden şey koşuşturmalar değil, o koşuşturmalara karşı savunma oluşturan stresimizdi. Spor yapıp yorulduğumuzda bile neden kendimizi zinde hissedebiliyorduk? Bu gibi aktiviteleri yaparken bırakın stresli olmayı, aksine stres atabiliyoruz. Sonuçta ister göbek at, ister pilates yap; hiçbir zaman kendini mutsuz bulamazsın. Çünkü aktivite yaparken stres altında olmuyoruz… Şimdi, bu stresi koşu ve dans pistlerinden alıp, evinize getiriyorum. Tam da şuracıkta, başınızın üzerinde yeri var bu minnoş misafirin. Öyle bir misafir ki, zaten çocuklar, ev işleri, gidilecek yerler, gelecek misafirler, ütüler, yemekler, bulaşıklar, çocukların okulları, oydu buydu şuydu derken bir dünya işiniz var; bir de stres biniyor ki aman aman, sayesinde hem zihinsel yoruluyorsunuz, hem fiziksel. Nasıl bir kem’se kendileri, her…
Anne Olan Herkes İçin Yazdım
Geçen gün es kaza bir kadınlar gününe gittim. Mis gibi kısırlar, börekler, çerkez tavukları, patates salataları bir bir tabaklara konuldu. Altın bilezikli, sarma zincirli, koca koca yüzüklü, saçları taranmış, yanaklar allıklı, çoğu şeker mi şeker bir sürü teyzenin arasındaydım. Kokoştu bu teyzeler, bayağı da eğlenmedim değil aslında. Hiç bana göre değil, evet ama misafir bulunmak, tabaklardaki ikramları afiyetle yemek oldukça da zevkliydi 🙂 Günün sonunda çeyrekler ev sahibine bırakıldı, evden getirilen her bir terlik, kokoş çantalara geri koyuldu ve herkes evine gitti sonra. Benim hikayemse, kimse evine gitmeden önce başlıyor. Tam da patates salatasını yerken… Torunu ile güne gelen bir teyze daha vardı. Torun oğlan bizim Hira’dan 1,5 yaş daha büyük. Çocuk bunlar, durur mu? Hele de iki tanesi yan yana gelirse… Bizim yaramaz oğlan başladı Hira’ya vurmaya. Hiç öyle takıntılarım yoktur. Çocuğumu korurum ama diğer çocuğu da dışlamam. Annesini babasını tanımasam bile, diğeri de benim sonuçta, çünkü çocuk o sonuçta.…
Anne Topuzu
Bana özel değil, biliyorum. Anne oldu mu, kadın olduğumuzu ilk zamanlar unutuveriyoruz. Unutmasak da yoğunluktan, vakitsizlikten, içine yeni atıldığımız hayat şeklinden ve sosyal hayatın kısıtlanmasından dolayı birçok anne de benim gibi bir topuz konduruveriyor aylardır saçlarına. Tokamız, vücudumuzun bir uzvu gibi kalıveriyor öyle en tepede. Ne bir fön görüyor o canım saçlar, ne de bir boya. Hele bir de doğumdan sonra bir dökülme evresi sarıyor ki hiç sormayın. Benim değinmek istediğim konu ise dert yanmak değil. Saçım aylarca tepeden bir topuzla durabilir. Çünkü bildiğim bir şey var ki, bu durum geçici. Bebeklerim büyüdüğü zaman ben de yine saçlarımı savura savura gezebilirim. Dilediğim gibi kestirir ya da fön çektirir, üzerine bir de röfle yaptırabilirim 🙂 Evet, bunları bir tokayla şu an ertelemiş olabilirim. Peki ya çocuklarımın büyüdüğünü görmek? İşte kendimi rahatlattığım, biraz da avuttuğum konu tam da burada. Saçımı süpürge etmeden ama onlar için topuz yaparak gezdiğim bu dönemde, röfle saatimi daha çok onlarla…
Hamile Konsept Çekimleri -2
Çekimlere başlayacağımız gün, hissedilen sıcaklık Antalya Kaş’ta 77 dereceyi bulmuştu o gün. Bulaşık makinesi bile 60 derecede yıkanıyor ki siz düşünün nasıl buram buram sıcaklık olur 77 derecede 🙂 Gece saat 11’de fön rüzgarı denen sıcak hava esintisi yakıyor bacaklarınızı.. Bunun üzerine bir de hamilesiniz, yanınızda 2 buçuk yaşında bir kız var, hormonlar top, zaten güneşte yanmışsınız ve evet; sıcak bunaltıcı. “Bu havada hamilesiniz bir de, Allah yardımcınız olsun” diye size Küçük Emrah bakışlarıyla birkaç ağızdan teselli duaları geliyor. Karşılık olarak 32 dişinizi gösterip, Tiviti bakışları atıyorsunuz ama hissettiğiniz şey; bunalmak, sıcak ya da yeter artık çocuk, nereden düştün karnıma edasıyla homurdanmak değil; anı yaşamak, Kaş’ın güzel denizini ve ikinci bebeğimin karnımdaki ziyaretinin tadını doyasıya çıkarmak. Hamile olsam da olmasam da zaten sıcak bunaltacaktı. Bana ekstrası olmadığı için gebeliğin, şaşırıyorum aslında neden hamileyken sıcakların çekilmez olduğunu düşünmelerine. Bence ne düşünürsen onu yaşarsın. Ben göbeğimle de mutluyum, denizle de, bu sıcakla da :)…