Duygusal Şiddet

Size bunları mutfak bezi sıkmaktan sağ orta parmağı nasır tutmuş bir anne olarak yazıyorum. O nasırdan bir tane de avuç içimde var. Uzun zamandır da geçmiyor çünkü sürekli o mutfak bezi sıkılıyor, sürekli yemek pişiriliyor, sürekli temizlik yapılıyor. Bu bir şikayet mi; asla! Hayatımın en güzel yıllarını yaşıyorum fakat seninle konuşmamız gereken bir konu var. Mesele mühim çünkü mesele sensin: Kadın… Aynı zamanda nasırlı parmaklarım on parmak da kullandığı için, kalemle deftere yazmaktan daha hızlı blog yazıyorum. Eğer zihnimdekileri hemen akıtabilirsem ve akışta isem, 15 dakikada bile uzun bir yazı çıkarabiliyorum. Akıtamazsam da tüm gecemi alabiliyor. Bu detayları neden veriyorum; tek tek anlatacağım ama ondan öncesinde, geçmiş zamanda yaşadığım bir iki konuyu paylaşmak istiyorum.

Telsim, adını Vodafone’ye dönüştürdüğü yıldı. Plazada tüm sistem değişiyor, bir de üzerine fuar hazırlıkları devam ediyordu. 30 iş günü (1 buçuk ay) Vodafone’de staj dönemim vardı. Fakat insan kaynaklarından izin alarak ben bir buçuk ay değil, 2 ay devam etmiştim staja. Eğer okulum 2 ay sonra değil de 5 ay sonra açılacak olsaydı, 5 ay staj yapmayı talep edecektim. Çünkü çalışmayı, deneyimlemeyi ve benden istenilen ile benim kendime katmak istediklerim beni doyurmuyordu. Öğrenme ve başarı merakı vardı içimde ve gelecekte kendime meslek olarak seçtiğim bilgisayar programcılığı bölümünü çok seviyordum. Virüsler, yazılımlar, IT; hepsi de ilgimi çekiyordu. Hatta çalıştığım IT departmanından stajyer defterine AA yazılan ilk öğrenci de benmişim, bunu öğrendiğimde çok mutlu olmuştum 🙂 Vodafone staj dönemimde gece 3’lere kadar fuara yetişmek için kablo çaktık, internet ağını bağladık, problemli bilgisayarlarla ilgilendik, yeni bilgisayarlar ve programlar kurduk falan. Bir yandan çok zevkli, bir yandan da çok yorucu. Çünkü kimi zaman artık bahçıvan tulumumu giyiyor, cebime pensemi ve tornavidamı alıyor, yerlerde internet kablolarıyla internet kurulumu yapıyordum, erkek işi bildiğin… Bağlantı işlemi bitip de yerden kalktığımda kollarım dirseklere kadar toz, yüzüm gözüm dağılmış, saçlar desen hiç haberim yok bir halde ama öğrenme ve merakın verdiği işini severek yapma azmiyle, stajyer olmama rağmen bayağı katkıda bulunmaya gayret ediyordum. Yerde işim bitip de tuvalete elimi yüzümü yıkamaya gittiğimde, birkaç plaza hatunu – benim tam tersim bir görünümde: saçlar yapılı, mini etekli, kirpikler uzun, tırnaklar ojeli – yüzünde bir ıyyy ifadesi ile yandan yandan çaktırmadan bana bakıyor, bense her zamanki umursamazlığımla elimi yüzümü yıkıyor ve kaldığım yerden işime devam ediyordum. Neden bana ıyyy yapıyordu; çünkü bakımlı değildim. Oğlan çocuğu gibi görünüyordum, elim yüzüm toz olmuştu ve erkek işiydi yaptığım. Ayrıca “ahmak” olmalıydım çünkü fazladan gün ve fazladan gece yarısına kadar çalışıyordum. Manikür yapmak varken, ne gerek vardı dimi bu işlerle uğraşmaya… Kadının kadına bakış açısına bir örnek sadece bu. Diğerine geçeceğim:

İsmini vermek istemediğim bir yer var, düzenli olarak bazı dönemlerde gittiğimiz. Orası da genel olarak daha kapalı bir kesimin tercih ettiği yer -ki benim tek yumurta ikizim de kapalıdır bu arada. – Eğer oraya gittiğimde elbise ya da etek giymişsem, yüzüme bir şey diyen yok fakat bakışlardan, hatta arkamdan konuştuklarını görmediğimi, duymadığımı sandıkları fısıltılaşmalarından, bu kez plaza hatununun aksine, eteğim ya da ayakkabımdan dolayı tuhaf bakışlar yakalıyorum. Bir önceki örnekte “bakımsız” olmam bulunduğum ortamdaki kimi kadın(lar)ı rahatsız etmiş iken, bu kez “bakımlı” olmam kimi kadın(lar)ı rahatsız ediyor. Yine aynı ambians, aynı enerji, aynı aura ve aynı hissi başka bir açıdan yaşıyorum. Bu örnekler sanmıyorum ki yalnızca benim başıma gelsin. Eminim ki birçok kadının yaşadığı durumlar.

Başka bir örnek: Eşimle birlikte bir doğum gününe davetliyim. Herkes giyinmiş, kuşanmış eğleniyor ya da mış gibi yapıyorlar. Bu kez, az önce bahsettiğim iki örnekteki gibi “bulunduğum ortama göre aykırı / farklı ” değil, ortama uygun giyinmişim. Karakter olarak da pek çekingen biri sayılmam. Bulunduğum yerde hiç tanımadığım birilerinin olması da önemli değildir. Rahat iletişim kurabilirim. Yine burada da birkaç kadın tarafından ayakkabılarım ve saçlarım süzülüyor. Göz göze geldiğimizde de hemen kafasını çeviriyor. Neden; çünkü hangi marka giyinmişim, saçlarımı nasıl yapmışım, makyajımda kusur var mı, içten içe o mu yoksa ben mi daha güzelim; onları analiz etmesi lazım. Ardından da ya arkamdan, ya yüzüme imalı ama bir şekilde beni eleştirmesi, yermesi lazım… Bu ve benzeri örneklere birçok kez şahit olduk hepimiz de, eminim.

Sözün özü: Kimi zaman eli nasır tutmuş, kimi zaman IT destek departmanında cebinde tornavida pense ile dolaşmış, kimi zaman içinden daha şık olmak geldiği için daha bakımlı giyinmiş, kimi zaman sabahlara kadar yazı yazmış, kimi zaman saçına başına bile bakmak istememiş, kimi zaman pijamayla dışarı çıkmak zorunda kalmış; “el alem ne der” denen düşünce gücünden kurtulmuş bir anne, ondan öncesinde de bir kadınım.

Holistik yani bütünsel felsefe varlığımızın zihin, ruh ve bedenden oluştuğunu, varlığımızı oluşturan ruh, zihin ve bedenimize değer vermemiz, önemsememiz ve beslemememiz gerektiğini savunan bir felsefedir. Yani hem beden sağlığı, hem zihin sağlığı, hem de ruh sağlığını önemsiyor, hepsini bir bütün olarak görüyor ve bir tanesine bile özen göstermezsek eksik kalacağımızı, o yüzden de kendimize bu üç açıdan da değer vermemiz gerektiğini söylüyor. İşe hangisinden başlayacağınızı siz belirleyin fakat mutlaka her açıdan da kendinizi geliştirin diyor kısaca. Sağlıklı beslenme konusunda ara ara Instagram ve blogumda paylaşımlar yapıyorum. Değinmek istediğim konu kadın olduğu için de bu kez daha çok zihin ve ruh sağlığı açısından yazmak istiyorum. İlk değineceğim konu yine cinsel hayat. Çünkü Nusret Kaya’ya göre dişi gücünü keşfedemeyen kadın rahmine yönelir ve çocuk beyinli erkekler yetiştirir. Çocuk beyinli erkekler de eşlerine cinsel tatmin sağlayamayacağı için, bu kez erkeğin evlendiği eş de dişi gücünü keşfedemez ve eşi olan kadın da rahmine yönelir. Bu döngü böyle sürer gider ve terörden tutun da, dedikodulara, hastalıklara, kavgalara, kadın erkek sorunlarına ve hatta kadınlar arasındaki yukarıda bahsettiğim bu tür diyalog bozuklukları ve “yarışlara” kadar sürer gider sorunlar. Bir kadının rahminden, bir Dünya işte böyle etkilenebilir. Çarelerden ve çözümlerden de bahsediyor Nusret Kaya. Kutsal Kase yazımı okumanızı bu anlamda tavsiye ederim.

Bir kadın mutluysa, ancak o zaman çocuklarını, eşini; ailesini mutlu edebilir. Bir kadın önce kendine değer veriyorsa ve ihtiyaçlarını önemsiyorsa, ancak o zaman yeşerir. Bir kadın kendini tanıyorsa, ancak o zaman el alemi düşünmez ve karşısında kusur aramaz. Ve bir toplum kadına değer veriyorsa, ancak o zaman o toplum gelişir. Çünkü toplum bir meyve bahçesi ise, bu meyvelerin tohumları kadın dediğimiz kutsal bir toprağın rahminde yetişir. Toprak ne kadar verimli ise, o denli fışkırtır meyvelerini.

Ses tonunun yükselmesi, bağırma, hakaret etme, azarlama gibi sözel davranışlara sözlü şiddet denir. Fiziksel şiddeti zaten hepimiz biliyoruz. Bir de duygusal şiddet vardır. Duygusal şiddet, kişiye kendini değersiz ve yetersiz hissettirmektir. Sürekli eleştirerek karşı tarafın kendini suçlu hissetmesine neden olur. Duygusal şiddete maruz kalan insanlar, ne yaparlarsa yapsınlar kendilerini hep suçlu hissederler ve hatalı olduklarını düşünürler. Genellikle evlilik ilişkilerinde duygusal şiddet yaşanıldığı gibi, özellikle de kadınlar arasında da sıkça rastlanan bir şiddet türüdür. Eleştiren kişinin bilinçaltında “senden üstünüm, senden daha önemli ve değerliyim” duygusu yatar. İhmalsizlik de bir tür duygusal şiddet olduğu gibi, kıskançlık duygusu da duygusal şiddete bir başka örnektir ve genelde püriten ahlak özelliklerini taşıyan kişilerde görülür. İşte tam da burada durmak istiyorum:

Geçen gün kız arkadaşlarımla, 6 yılı aşkın süredir İLK DEFA çocuklarımı babalarına emanet ederek, eğlenceye gittim. Kız kıza eğlendik, açlık orucunda olduğum için yalnızca su içtim elbette ve oldukça da keyifli bir 3 saat geçirdim. Keşke ben de, tüm kadınlar da bu fırsatı en azından ayda bir kere yakalayabilsek de, kendimize böyle vakitler ayırabilsek. İlle de gece yarılarına kadar bir yerde eğlenmeye gerek yok. Sizi mutlu eden sinemaya gitmekse sinemaya gitmek, gezmekse gezmek, tura çıkmaksa tura çıkmak; ama kendimize ait, deşarj olabileceğimiz fırsatlar oluşturmak demek istediğim. Çünkü dedik ya hani, önce kadın mutlu olmalı diye. İşte bu yüzden aslında keşke bunu hep yapabilsek.

O güne geri dönüyorum şimdi yine: Eğlendik, bol bol güldük ve story’de partiye dair birkaç tane video ve fotoğraf paylaştım. Birçok kadın benim adıma çok sevindiklerini, kendime vakit ayırdığım için mutlu olduklarını, paylaşımlarımı gördükçe kendileri de eğlenmiş kadar memnun olduklarını yazdı fakat birkaç tanesi ise bana bu eğlenceyi hiç yakıştıramadığını, maneviyatım yüksek olduğu için nasıl eğlenceye gidebildiğimi ve hatta kocam olmadan nasıl olur da dışarı çıkabileceğimi üzüntü ile izlediklerini söyledi. Ne güzel eğlenmişim 6 yıl sonra, eşim ve benim açımdan hiçbir problem de yok iken ve böyle bir fırsatı kendime oluşturduğum için sevinirken bu iki üç kişinin mesajıyla birlikte hayretler içinde kaldım. İşte bu tarz mesajlarla birlikte duygusal şiddet görmüş oldum…

Bunun üzerine de psikolog adayı bir arkadaşım Dilara Gürses’le konuşurken, öyle güzel ifade etti ki durumu, kendisinin izniyle burada da paylaşmak istiyorum: Bu, duygusal şiddettir. Bir kadın olarak varsınız bu hayatta, hiçbir sıfata ihtiyaç duymadan. İyi bir eş olduğunuzda iyi evlat olmaktan vazgeçmediğiniz gibi, iyi bir annesiniz diye, toplumun “tek bir sıfata sığınma” algısından uzaksınız diye birey olarak kendinizi var etmekten de vazgeçemezsiniz. Üstelik birey olarak istek ve ihtiyaçlarınızı, karşılıklı sorumluluklarınızın olduğu kişilerle paylaşıp bu konularda uzlaşmışken; hayatınızı sizin gösterdiğiniz kadarıyla bilen insanların böylesine dikenli cümleler kullanarak sizi huzursuz etmesidir bu yapılan. Ve tekrar ediyorum ki duygusal şiddettir. Maruz kalmayın. Size iyi geleni, sizi mutlu kılanı yapmaya devam edin. Bu insanın kendisine şifasıdır.

Kadını var etmeye çabalarken, “biz buradayız” diyerek toplumsal cinsiyet algısını değiştirmeye çalışırken, hemcinsimizi mutsuz ve ruhsuz sözlerle incitiyoruz. Mutsuzluk bulaşıcı ve kime bulaştıysa, o da her yere sürmeye başlıyor sözlerini. Sorsanız mutsuz değildir. Halbuki keşke mutsuzum dese de yanında olsak. Bilmiyorlar ki mutsuzluk bulaşıcı ama ilacı yok değil. Burnumuz düşüyor ama eğilip alamıyoruz yerden. Keşke eğilmeyi öğrensek. Keşke bizi yücelteceğini fark etsek. Ne kadar güçlü oluruz kim bilir, düşüncesi bile heyecanlandırıyor. Cemal Süreya ile son veriyorum sözlerime: Mutlu uyanmak lazım azizim. Madem uyku yarı ölüm halidir, o halde mutlu ölmek lazım; her gece…

Bu cümleleri yalnızca kendim için değil, tüm anneler için söylüyorum: Asla isyan değil, aksine çok mutluyum; çünkü anneyim, çünkü kadınım, çünkü bireyim. Fakat bunca zamandır da kendime ait bir 3 saatim hiç olmamıştı. Yıllardır uyku uyumuyorum, çünkü toplamda 4 yıl bebek emzirdim, toplamda bir buçuk yıl hamile gezdim, toplamda 5 yıldır blog yazısı yazacağım ve naçizane bilgilerimi paylaşacağım diye toplasam belki aylar etti yazı yazmak için uyumadığım günlerin toplamı; kadınların yanında elimden geldiğince olabilmek için. Hastalıkta, sağlıkta, zorlukta, 2 yaş sendromunda, çocuğun bedenen ve ruhsal olarak sağlıkla büyümesi için çabaladım, her hareketimi bilinçle ve her sözümü farkındalıkla onlara ve tüm insanlara aktarmaya çalıştım. Bırakın, 6 yılda bir 3 saat kendime zaman ayırayım. Ve siz de kendiniz için fırsatlar oluşturmaya çalışın. En büyük hayallerimden biridir; anneleri bir araya toplayabilmek ve annelerin de eğlenmesine katkıda bulunabilmek. Çocuk benim için önemli fakat çocuktan da önce, kadın önemli. Ve bitmeyecek kendimi geliştirmek, kendime vakit ayırmak ve kendimi iyileştirmek adına çabalarım. Yurt dışına da çıkmak gibi bir planım var 2019’da. Sınırları zihninizden kaldırın. Ben de sınırlıydım, taa ki @nimostyloblog Ceren “Şule artık birkaç saat de kendine ayır, eşin çocuklarla sadece 3 saat ilgilenebilir ve sen de eğlenebilirsin” diyene kadar. Birbirimizin zihnine, kalbine, beynine ve ruhuna böyle dokunalım. Böyle güzel izler bırakalım. Duam hepimiz için….

Yoruma kapalı.

MENÜ