Aslında her şey farkındalıkla, korkularımızla ve kusurlarımızla yüzleşerek, onları ve kendimizi kabul ederek, hiçbir yaşanmışlığı ve arkasında bıraktığı duyguları ve travmaları göz ardı etmeyerek ve kendimizi bu yolculuğumuzda iyileştirerek gerçek sağlığa ulaşmaz mıyız? Hep söylerim; bizler holistik bir gerçeğiz. Yani hem beden, hem zihin,hem de ruh üçlüsünün de sağlıklı olması gerek. Yalnızca besinlere dikkat ederek ya da yalnızca enerjiyle iyileşemeyiz, dönüşemeyiz ve duyguları dönüştüremeyiz. Bizden ayrı bir dünya olan bir gerçek var ki o da beynimizdeki bilinçdışımızdır. Onu duymayı, anlamayı ve çözüm bulmayı hedeflersek. ancak o zaman kendimizi gerçekleştiririz. Bunun için de farkındalık gerek, çaba gerek, cesaret gerek ve kendini sevmek gerek.
Astrolog arkadaşım @astrodayss Hale der ki; “Doğduğunuz güne geri dönün bakalım. Annenizin o günle ilgili anlattığı anılara… Doğum hikayeniz, hayatınızın geneli ile ne kadar benzerlik taşıyor?” Ve şunu ekliyor: “Doğum hikayenizde zorluklar olabilir. Ancak bu, hayatınızın çok kötü olacağı anlamına gelmez. Aksine, mücadele gücünüzü gösterir. Küçücük bir bebekken hayata tutunmak da mucizenin ta kendisidir.”
Annemle babamın yıllardır çocukları olmamış; ya ölü doğum gerçekleşmiş ya da hep düşük bebek olmuş. Bir gün yine annem 7 aylık hamileyken doğum sancıları başlamış. Bundan önce hep ölü doğum ya da düşük olduğu için, yine ölü bir bebek gelecek diye beklerlerken, bu kez ikiz bebekler dünyaya gelmiş ve çoook şaşırmışlar. Bir tane bile sağlıkla doğan bir bebek beklemezlerken, iki tane birden bebek gelmiş bu kez ve ikinci gelen sürpriz bebek de benmişim.
Kendimi bedenen, zihnen ve ruhen geliştirmeye niyet ettikten sonra da birçok sürpriz isimle, birçok sürpriz olaylarla ve sürpriz kitaplarla karşılaştım. Bunlardan bir tanesi de 2016 yılında karşıma çıkan Daha Genç Daha Zengin Daha Mutlu kitabı olmuştu. Kitap o zamandan bu zamana bana rehberlik etti, ışık tuttu ve işte o zaman anladım ki yediğimiz, içtiğimiz, düşündüğümüz ve geliştiğimiz kadar, yaşanılanlara karşı bakış açımız kadar yaşarız hayatımızı ve ona göre değerlendiririz. Bir sorun karşımıza çıkıyorsa ya da aynı olayları farklı kişilerle defalarca yaşıyorsak, orada bizim aşmamız ve farkındalığa ulaşmamız gereken bir şeyler var demektir.
Yıl 2019 oldu ve ben Daha Genç Daha Zengin Daha Mutlu kitabının yazarı ve benim için çok değerli bir isim olan Doç. Dr. Nuri Haksever’le sohbet edebilme imkanı buldum. Kitabı gönülden tavsiye ederken, aynı zamanda da Nuri Haksever’le gerçekleştirdiğimiz sohbeti de sizlere aktarmak istedim. Işık olmasını diliyorum.
Ş.A: Daha Genç Daha Zengin Daha Mutlu kitabınızda aslında holistik felsefeden bahsediyorsunuz, değil mi? Yani beden, zihin ve ruh üçlüsü.
N.H: Evreni keşfettikçe, bilinmeyenleri öğrendikçe ya da gördüğümüzün arkasında görünmeyen bir gerçek olduğunu artık anlamaya başladıkça ya da sezdikçe, kişi o görünenin arkasındaki görünmeyeni arama çabasına girecektir. İlkokul çocuğundan bu farkındalığı beklemeyiz ya da hayat mücadelesi içinde hayatı ıskalayan, sadece Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ndeki birinci basamağında bulunan birinden de bunu bekleyemeyiz ama bir kişi “ben okudum” diye ortaya çıkıyorsa, “ben üniversiteyi bitirdim” diyorsa, “doktora yaptım”, “master yaptım”, “şuraya tatile gittim”, “şöyle diplomam var” vs diyorsa, bunların hepsi elbette ki güzel fakat bu insanın sorumluluğu da artıyordur, yapması gereken görevler de artıyordur. Yani yetki artar, sorumluluk artar; bu bilinç içinde topluma örnek olma zorunluluğu da gelir ve artık hayatı basitçe Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ndeki beşinci basamağındaki insan gibi yaşamayı da hak eder.
Kişinin bilgisi arttıkça o bilgiyi işleme biçimi de değişir. Besin konusunda makro besinler tabii ki çok önemli ama mikro besinler, artık fark etmemiz gereken bir konu. Yani bir ekmek yediğin zaman sadece glüten mi var, sadece lektin mi var, ya da sadece omega 6 yağ asitleri mi? Ya da kiraz yerken gerçekte ne yiyorsun, çilek yerken gerçekte ne yiyorsun?
Diyelim ki iki elimde de havuç var: Bu iki havuç da eşit mi? Ağırlığı eşit, aynı topraktan çıktı, içinde de muhtemelen aynı vitaminler var diye cevap alıyorum varsayalım. Ben de diyorum ki; tamamen aynı vitaminler olabilir, ikisi de faydalı olabilir ama aynı enerjiye sahip mi? Havuçlardan birinin enerjisi yoksa ya da düşükse; geride kalacaktır. Diyelim ki ikisinin de enerjisi aynı; bu kez şu soruyu sormalıyız: O halde bu havuçlar her kişiye de aynı enerjiyi verir mi? Çünkü kişinin içinde bulunduğu enerji noktası da aldığı enerjiyi değiştirir. Bu da çok gözden kaçan bir husustur. Yani, besinlerin enerji değerlerini ve her besinin her kişi üzerinde de nasıl değiştiğini anlatmak istiyoruz. Dolayısıyla bizim en büyük hatamız bir maddeyi iyi ya da kötü diye etiketlemektir. Eksiklik burada başlar. İyi ya da kötü diye bir şey yoktur aslında, o bizim zihnimizin yansımasıdır ve kendimizi dışa göstermedir. İyi kötü; kime göre iyi kötü? Mesela farz edelim ki burada 36 beden bir elbise var; biri diyor ki “tüh kötü!”, diğeri diyor ki “ah ne kadar iyi!” Ya da bir topuklu ayakkabı var sayalım; biri diyor ki “ah ne kadar iyi!”, diğeri diyor ki “ah çok kötü!” Bunlar aynı zamanda günlük hayatımızdaki de problemler çünkü farkında olmadan kendimize göre kıyaslıyoruz. Ayrıca işin içinde zaman faktörü de var. Bugün benim için iyi olan, yarın benim için kötü olabilir. Çünkü kış mevsimindeysem palto benim için çok iyi iken, yaz mevsimine geldiğimizde palto benim için iyi değildir. Demek ki bir şeyin iyi ya da kötü olması diye bir şey yoktur, sadece o an için gerekli olup olmadığı gerçeği vardır. Bu da maddeye, uygulayacak kişiye ve zamana göre değişir. Bir kişiyle konuştuğumuzda kişi hangi makamda olursa olsun (doktor, müdür, öğretmen vs) algıladığı boyut hangi boyutsa, kelimeler o şekilde çıkacaktır. Karşındaki kişi bunu algılamayacaksa, konuşmanın da bir esprisi yoktur…
? ? ? ?
Ş.A: Arz talep dengesi üzerine de konuşursak peki; ihtiyaçlarımız konusunda nasıl arz etmeli ya da nasıl talep etmeliyiz?
N.H: Şöyle örnek vereyim: Mesela besinlerin enerji değeri ve bu enerji değerinin de kişiye göre nasıl değiştiğine dair iki hafta sonra doktorlara eğitim vereceğim çünkü böyle bir talep geldi. İstek olduğu için talep de karşılandı. İçinde ekonomi ve teknoloji de dahil olmak üzere her alandaki gelişme talep ile karşılanmıştır, arzla değil.
Ş.A: İnsanların talepte bulunması da farkındalıkla olmaz mı, farkındalık artıkça?
N.H: Kesinlikle farkındalıkla ortaya çıkar.
Ş.A: İyi ama şöyle de bir durum var: Birinin size böyle bir taleple gelmesi için ilk önce o bilgiye istek duyması, o bilgiyi fark etmesi, merak etmesi ve bunu ihtiyaca dönüştürmesi gerekmez mi? Ben şöyle düşünüyorum kabul görürseniz: Mesela siz talep edilmeyi beklemeden mümkün olabildiğince arz etseniz? Çünkü siz, farkındalığı yüksek ve insanlara olumlu yönden dokunacak donanımda birisiniz. Dolayısıyla arz talep konusunda talep edilmeyi beklemeden arza geçmeniz, insanlar için daha doğru bir girişim olmaz mı? Mesela ben Daha Genç, Daha Zengin, Daha Mutlu kitabınıza ulaşmış olmasaydım, bugün sizin öğretilerinizi bilmeyecektim. Dolayısıyla benim bilincim de açılmayacaktı. Benim bilincim açılmayacağı için öncelikle ne kendime, ardından ne çocuğuma, ne de çevreme farkındalık oluşturacak aktarımı sağlayamayacaktım. O yüzden, insanların arz etmeleri için belli bir farkındalığa ulaşmaları gerekir, fakat farkındalığa ulaşmak için de belki bir oluşuma denk gelmeleri de doğru döngüyü doğurmaz mı? Sizden aldığım bilgi ile ben, benden aldığı bilgiyle başka bir arkadaşım belli bir frekansa gelebildi ve belki de hiç tanımadığımız birinin hayatına öyle güzel dokunduk ki her şey düzeldi, her şey değişti. Belki de o kişi sayesinde de milyonlarca kişiye olumlu katkılar sağlayacak bir olasılığın gerçekliğine kavuşumu sağlandı. Yani kelebek etkisi oluşturduk. Dolayısıyla bence sizin gibi kişiler her zaman talebi beklemesin. Bunu demeye çalışıyorum aslında.
N.H: Çok haklısınız ve zaten o düşünce ile yaşıyoruz. 20 küsur yıldır anlatıyorum. Omega 3 ile anlatmaya başladım. Ben Omega 3’ü anlatmaya başladığım zamanlarda, Omega 3’e karşı çıkılıyordu ve şu an Omega 3’ü destekleyen doktorlar o zamanlar karşı çıkıyorlardı ve on yıl boyunca bu nedenle onlarla kavga ettim. Yani şu anda Omega 3 savunucu olanlar, 10 sene boyunca Omega 3’ün karşısındaydılar. Ne kadar etkim oldu bilemem ama biz başlattık.
Magnezyum benim TEZ konumdu. Benimle insanlar dalga geçtiler; magnezyumu savunuyorum diye. Biz mücadeleyi yapıyoruz, anlatıyoruz ve karşılığında da bir şey beklemedik. Amerika’ya gidip eğitimini aldım, araştırdım, o zaman öğrendim. İnandım mı başlangıçta; ben de inanmadım. Çünkü sorguladım ve kendi üzerimde denediğim için etkisini gördükten sonra anlattım.
Şu özelliği hepimizin geliştirmesi gerekiyor: İçinde bulunduğumuz sosyal dünyamız, içinde yaşadığımız toplum, siyaset; tamamen insanın beyninin bir yansımasıdır. Mesela sinemaya gidersiniz. Beyaz perdedeki görüntü bir yansımadır. Neyin yansımasıdır; filmdeki şeridin. Peki, film şeridindeki o görüntüler kendiliğinden mi geçmiştir; cihaz yardımıyla geçmiştir! Şu anda ekrana baktığımız sağlığımız da yansımadır, içinde bulunduğumuz her durum da yansımadır, siyaset de bir yansımadır. Eğer siz bunu algılarsanız siyasetteki durumun aynısının kendi bedeniniz içinde olduğunu da göreceksiniz. Toplum diyoruz ki huzursuz ve mutsuz. İnsan bedenine bakıyoruz; insan bedeninde mutluluğunun kaynağı olacak olan hormon yapımı eksik. Çünkü mikro besinler eksik. Sonuçta depresyon ilaçlarına tonlarca para veriyoruz. Hepsi iç içe aslında. Bunları insanlara anlatmak istiyorsunuz ama sizin gibi algılayanlar olduğu gibi, algılamayanlar da var. İnsanlar hazır oldukça bu bilgileri veriyoruz.
Ş.A: Bir de şöyle bir durum var tabii: Kişi eğer farkındalığını artıracak olgunluğa ulaşmamışsa ve belli bir bilgi donanımına, hem akıl hem de içsel olarak sahip değilse, o bilgiyi de özümseyemez. Özümseyemediği için de aktarılmak istenilen ama kişiye aslında ulaşmayan o bilgi ne kendisine faydalı olur ne de o bilgiyi kullanabilir. Bu da farkındalığını arttıramaz. Dolayısıyla sizin üzerinizden örnek verirsem eğer, aktardığınız bilgileri anlayabilecek olgunluğa ulaşmamışsa kişi, yalnızca sizin cümlelerinizi ezberleyecektir, anlam anlamsızlaşacaktır.
N.H: Hiçbirimiz aslında farkında değiliz ama frekansımız uygun hale geldiğinde birbirimizle iletişim ve etkileşim halinde oluyoruz. Beslenmemiz da dâhil, hayatımız aslında bu frekanslarımızla alakalı. Frekanslar konusu bizim şu andaki insanlığın algılayabileceği seviyede değil. Siz hazır oldukça karşınıza çıkıyor olacak ama kapılardan geçmek için de cesaret etmelisiniz ve bu şekilde çok şeye ulaşacaksınız. Frekansları anladıkça aslında insanın korkusu da kalmıyor. Hiçlikten geldin hiçliğe gidiyorsun diye hep anlatılır. Şimdi de hiçsin, sonra da hiçsin ama iki hiçin arasındaki farkı algılayamıyorsan; hiçsin! Hiç olmayan hiç ile hiç olan hiç farklıdır. Kişiyle konuştuğunuzda kişinin hiç mi hep mi olduğunu anlayacaksınız; hiç ise hangi hiç olduğunu anlayacaksınız. “Hiç zaten ne olacak” diyorsa, o ermiş gibi gözükse bile ermiş değildir. Yolu izlemeden varamazsınız. Kötüyü bilmeyen insan iyiliği savunamaz. Ancak kötülüğü bilen insan iyiyi savunur. Zaten hiç bilmiyor ki savunsun! İnsanın özelliği insana bu görevin, yani seçimin verilmesidir. Hayvanda böyle bir seçim yoktur, insanlarda seçim vardır.
Ş.A: Diyelim ki size diyorum ki ben dürüst bir insanım çünkü dürüst olmayı seçiyorum. Dürüstlüğümü savunduğum ya da kendimi öyle tanıttığım andaki koşullarıma baktığımız zaman, farz edelim ki sizin ofisinizdeyim ve yanımda da siz varsınız. Dürüst olduğumu söylerken de aslında ciddiyim çünkü evet, ben dürüst bir insanım, bu zamana kadar kimseyi kandırmadım ya da aldatmadım. Bir de şöyle düşünelim: Şu an ofisinizde tek başımayım ve masanızın üzerinde bir yığın para var. Eğer ben, o paranın bir kısmını ya da tamamını size sormadan çantama koyarsam, dürüstlük sıfatına aslında gerçekten de sahip değilmişim demektir çünkü bu zamana kadar böyle bir konuda seçim yapacağım bir durumla karşılaşmadığım için ya da belki de kendimi o yönde aslında hiç tanımadığım için dürüst olduğuma inanıyordum, fakat olaylar neticesinde gördüm ki ben dürüst değilmişim. Seçim yapmadan ve zıddıyla sınanmadan kesin konuşmuşum. Fakat siz odada yoksunuz, istesem o paranın tamamını ya da bir kısmını gizlice alabilirim. Parayı alan kişinin ben olduğumun anlaşılma olasılığı sıfır dahi olmasına rağmen dürüstçe ve doğru olan hareketi yapıp, hakkım olmayan o paraya dokunmazsam ben gerçekten de dürüst insanım demektir. Çünkü iyiyi de kötüyü de görüp, yaşayıp, değerlendirip ona göre seçimimi yapmışımdır. Dolayısıyla bulunduğumuz koşullar; şahitlerden tutun da, fırsatlar, mevkiiler, insanları basamak olarak kullanmalar; yani maddi ya da manevi olarak her türlü çıkar güdülen her alanda insanların değişimi ve kendilerinin asıl kimliği de bu şekilde ortaya çıkar, değil mi? Seçime geldiklerinde insanlar değişebilir…
N.H: O yüzden kimi zaman “sen çok değiştin” deriz. Mevkii olarak yükselince çok değişti. Halbuki böyle değildi deriz.
? ? ? ?
Ş.A: İnsanın yetiştiği toprak da önemli değil midir peki? Toplumsal bilinç var neticede; öyle bir enerjide yetişiyorsun. Ayrıca kimin rahminden doğduğun da önemli. Benim bugün bilinçaltım temiz değilse, kaygılarım ve travmalarım var ise, benim rahmimde yetişecek olan insana da onları aktarmış olmaz mıyım? Çevresel etkiler, kişinin karakter özellikleri, ailenin yetiştirme şekli, beslenme şeklimiz, beslenme tercihlerimiz; bir kadını oluşturan bütün bunların tümü önemli, değil mi?
N.H: Benzetmeleri kurun: Anne aslında topraktır. Kalitesiz bir toprağa en kaliteli tohumu da ekseniz iyi bir verim alamazsınız. Havucun içindeki eksiklikle insanlardaki eksiklik paraleldir; Türkçe ’si budur. Evreni keşfetmek isteyen, astronomi keşfetmek isteyen önce insan bedenini anlamalıdır, eğer astronomiyi bildiğini iddia ediyorsa.
Ş.A: Hocam ben de şöyle düşünüyorum; makroda da mikroda da aynı denklemler geçerli. Mesela ben O’na Allah derim, bir başkası Tanrı der, bir başkası Yaratıcı vs. Kendi dilimden ifade etmem gerekirse, Allah makroda da mikroda da sanki birkaç denklem kurmuş ve bu birkaç denklemi hepsinde kullanmış. Mesela karadelikleri keşfetmek için (makro) önce gözbebeğini anlamak gerekir (mikro) ya da atom altı parçacıklarını anlamak için Güneş sistemine bakmak gerekir gibi. Uzaya çıkıp o sonuca ulaşamıyorsam da şuradaki olayı inceleyip onu bulabilirim gibi ya da hücre için de aynısını konuşabiliriz.
N.H: Bravo! Aynen öyle.
Ben Anadolu toplumunda klasik bir ailenin evladıyım. Toplumumuzda egemen erkektir kabul edilir fakat algılayınca, inceleyince, araştırınca aslında kutsal olanın kadın olduğunu görüyorsunuz çünkü tabiata bakıyorsunuz ki hep veren. Sonra bakıyorsunuz ki bu özellikler hep kadında var. Tabii tek başına olmasının bir anlamı yok ve biri birinden üstün demiyoruz (kadın erkek) ama kadına hak ettiği değeri vermek gerekiyor ve hakikaten kadınların bu ezilmişlik ortamından çıkmaları aslında çok daha zor.
? ? ? ?
Ş.A: Çaba çok önemli değil mi?
N.H: Çaba zaten evrenin birinci kuralı. Niyetle başla ama çaba olmazsa niyet tek başına hiçbir şey değildir ve çabanın da niyetle uyumlu olması gerekir. İnsanlar, niyetine girdiği şeyin yeterli olmasını düşünüyorlar. Yaptığı şey gerekli ama çaba da o doğrultuda olmalı. Hedefine ulaşana kadar, niyetinde bulunduğu şeyde gösterdiği çabanın yeterli olduğunu düşünüp pes ediyorlar, sıkıntı da burada. “Ben üç tane şey yaptım” diyor. Sayıyı sileceksin. Hedefe ulaşmak için, suyu mu bulmak istiyorsun: “100 metre kuyu kazdım!” Bu, hayata bakışının özetidir! Neden 101 metre kazmadın, neden 102 metre kazmadın? Hedef nedir, biliyor musunuz: Ulaşana kadardır. “Diğer insanlardan daha azimliyim”, “Diğer insanlar 100 azimliyse, ben 1000 azimliyim!” Azim nedir, biliyor musunuz? Hedefine ulaşmak için ölmektir! Güneş ışınları, sizce kişi seçiyor mu? Mesela “Ben, Ahmet’in üzerine değeceğim ama Ayşe’ye değmeyeceğim” diyor mu? Güneş, ışını herkese veriyor; sen ondan kaçmadığın sürece! Korkmaktan vazgeçmediğin sürece kazanma şansın yoktur!
Ş.A: Sevgiyi de aynen böyle Güneş ışınına benzetebilir miyiz?
N.H: Evet, sevgi de böyle bir şeydir, sevgi bir kişiye yönelik değildir. Nefreti içimizde hissettiğimiz sürece sevemeyiz. Nefret duygusunu yok etmemiz lazım. Nefret bir şemsiyedir, Güneş’ten kaçmadır.
Düşünme sistemi ve düşünce farklılığı farklı iki tane kavramdır. Tamamen kapanan bir kadınla tamamen açılan kadın tamamen aynıdır. İki aynı zıt davranışın temelinde aynı düşünce yatabilir.
İçinizde korku olduğu sürece farkında olmadan ters duyguyu çekersiniz. İyi insansınız ama kafanızda korkuyu çekersiniz. Bir şey sizi buluyorsa ya da bulamıyorsa aslında yaşanılan her şeyi, herkesi ve her durumu yaratan sizin duygularınızdır.
Akıllı olma ihtiyacını neden hissediyorsun? Akıllı olma, saf ol. Altın hiç kendini bakır sanır mı; sanmaz. Sen neden kendinden şüphe duyuyorsun? Şüphe korkudur… Bana para gelecekse Allah gönderecek. Kitap mı yazarım, seminer mi veririm, hiç bilmediğim bir akrabam mı çıkar da Mısır’ın yarısı senin der; bilmem. Yeter ki safça iste, korkuyu sil ve inan.
Ş.A: IQ ‘ya EQ ’dan daha çok değer verdiğimiz için, EQ ’yu beslemediğimiz için bu korkular olmuyor mu?
N.H: Kesinlikle çok haklısınız ama IQ ’nun yüksek olması da kötü değildir. Kimi insanlar öyle algılıyor. Demek istediğimiz bu değil elbette. IQ önemlidir fakat korkuyu yenmek ve safça istemesini öğrenmek gerekir.
? ? ? ?
Ş.A: Başarı ve para noktasında, bu ikisini nasıl elde edebiliriz?
N.H: Başarı için, kişinin bir koçu olması zorunludur. Koçu olmadan başarılı olma şansı yoktur. Liderlere bakın. Eğer lideriniz yoksa siz de lider olamazsınız. Uygulama sırasında başında biri olmalı. O senin örnek aldığın kişi olmalıdır. Ve çevrende en yakınında tuttuğun 5 kişinin ortalamasısındır; sen, onların ortalamasısındır. Frekansları yükseldikçe sana bu yolu gösteren, sana bu mesajı veren varlıklar, olaylar çıkacaktır. Bu noktada da beslenme işte bu yüzden önemlidir. İnsanların çoğu beslenmeyi es geçer. Mesela enerji tedavisi yapıyorlar ama besini önemsemiyorlar. Bir kişi kendi bedenini doğru beslemezse, sonuç muhakkak doğru ilerlemez. Beynin kendini algılama şansı sıfırdır. Enerji tedavisiyle uğraşanlar besini es geçerlerse ya da besine dikkat edenler nedenini araştırmadan sadece besinle tedavi olacaklarını sanırlarsa yanılırlar.
Niyet etmek her şeyin başı ama yine bizim bir hatamız var! Bazı insanlar bütünün resmini görmek ister ve öyle cevap vermek ister. Onlar, “parçaların tamamı açılsın; ya doğru parça değil ise” düşüncesindedirler. Kuşku! Kendine güvensizlik… Dolayısıyla tutum her şeydir. Yalnızca mesleğini iyi yapmak değil, frekans olarak da uyumlu olmak gerekir. “Ben iyi bir futbolcuyum”. İyi topa vurmak yeterli değildir. Resmi birleştir. Niyetle başlamak önemli ama frekansta kalmak da devamlılığı getirir. Para kazanmak farklı bir şeydir. Çaba içinde olmalısın. Bunu yapmadan zaten herhangi bir şey olması imkânsızdır. Ama insanların hep mazeretleri vardır. “Bunlardan bir tanesini yapmasam olur mu?” diyorlar. Yapmazsan sonuca ulaşamazsın. Karar verici olan sensin.
Ş.A: Karar verme aşamasında da içgüdülerimizi dinlemek de iyi bir referans olmaz mı peki?
N.H: İçgüdüler sizin onu ne kadar tanıdığınız ve ne kadar izin verdiğinizle alakalıdır. İyi bir referanstır ama kendinizle ne kadar dürüst olduğunuzla da alakalıdır. Eğer bir alanda ben buyum deyip geçiyorsan içgüdün seni yanıltır. Ve kalıplarımız seni engelleyecektir, yolu değiştirecektir. Kendini kalıba sokarsan bir mücadeleye girersin. Doğa mücadeleyi sevmez, doğa akışı sever. Yani uyum içinde dans edeceksin ama kendini kısıtlamadan: “Şunu yaparsam bana ne derler, insanlar bana ne der?” diye vazgeçersen olmaz. Bir adım öteye geçtiğin anda sınırı geçmiş olacaksın. Paranın nereden geleceğine sen karar vermeyeceksin. Niyet et, safça iste, çabala, dürüst ol, kendine güven. Fırsatlar gelecektir çünkü böylelikle frekansına gireceksinizdir.
Yoruma kapalı.