Çocuklarda ve Yetişkinlerde Stres Yönetimi

Çocuk ya da yetişkin; her bireyin hayatında olan ruhsal bir gerilimdir stres. Onu seven ya da kabullenen, isteyen ya da varlığına tahammül eden, onunla başa çıkabilen kaç kişidir bilmem ama strese biraz da güzel tarafından, bize kattıkları tarafından bakalım istedim. Ve elbette onu yönetebilmeyi… O halde ilk bahsedeceğimiz kişi şüphesiz ki Abraham Twerski olacak.

Abraham Twerski 1930’larda yaşamış, madde bağımlılığı ve özgüven, stres gibi konularda uzmanlaşmış, çok sayıda kitabı olan bir psikiyatrist. Stresle ilgili şöyle bir konuşması var:

Stres ve stresi nasıl görmemiz gerektiği hakkında size söylemek istediğim bir şey var. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek çok insanın derslerimden hatırladıkları bir şeyin de bu olduğunu söylüyorlar.

Bir dişçinin ofisine gönderilmiştim ve “Istakozlar nasıl büyür? isimli bir makaleye göz gezdiriyordum. Istakozların nasıl büyüdüğünden bana ne ama ilgimi çekmişti. Makale, ıstakozun sert bir kabuk içinde yaşayan narin, yumuşak bir hayvan olduğunu söylüyordu. Bu sert kabuk genişlemiyor. Peki, ıstakoz nasıl büyüyebiliyor?

Istakoz büyüdükçe, bu kabuk onu sıkıştırıyor. Ve ıstakoz kendisini baskı altında ve rahatsız hissediyor. Kendini avcı balıklardan korumak için bir kaya oluşumunun altına gidiyor, kabuğunu çıkarıp atıyor ve yeni bir tanesini üretiyor. Zamanla, büyüdükçe, kabuk rahatsız bir hal alıyor, tekrar kayanın altına gidiyor… Istakoz bunu birçok kez tekrarlıyor.

Istakozun büyümesine imkan sağlayan tetikleyici, onun rahatsızlık duymasıdır! Eğer ıstakozların doktorları olsaydı, hiçbir zaman büyüyemezlerdi çünkü ıstakoz rahatsız hisseder hissetmez doktora giderdi. Doktor ona antidepresanlar verirdi ve iyi hissederdi. Kabuğunu hiçbir zaman çıkartıp atmazdı. Bence stresli zamanların, ayrıca büyümenin bir işareti olan zamanlar olduğunun farkına varmamız gerekiyor! Eğer zorlukları uygun şekilde kullanırsak, zorluklar aracılığıyla büyüyebiliriz.

Hare’de de bahsettiğim tam olarak bu. İnsanın bazen kendi başına başa çıkamayacağı travmaları, korkuları, stresleri olur. Bazen konuşmak ya da üstesinden gelebilmek için birine ihtiyaç duyarız ama o kişi yoktur, yalnızızdır. Tek yolu, yolunu kendimizin bulmasıdır. Bu bir aşk acısı da olabilir, cinsel taciz de, yalnızlık da, ölüm de, psikolojik şiddet de, ebeveynlerimizin çocukken bizimle yaşadıkları yanlış tutumlar da. O halde, bu stres ve kaygıyı içselleştirip, korkunun içine gömülüp kendimizi fark etmemek, yaşadıklarımız yüzünden başkalarını suçlamak ve affedememek, savaşa yenik mi düşmemiz lazım yoksa çaba ile, kendi gücümüzle varlığımızı, kendimizi görmekle mi? Lû’ların bize söylediği renkle, ışıkla, şifayla senin korkularını sıyırıp sana ayna tutan bir kitap Hare ve kitabın kahramanı da sensin. Her olay, seni sıkan kabuklar. Onu çıkarabilmek için de cesaret gerekir, çaba gerekir, mücadelenin gücü gerekir çünkü Lû’ların da dediği gibi “Cesaret edemediği korkaklığıyla yüzleşmekten kaçan, insanın sihirli değneği olan çabanın zaferini tadamaz.” İşte o yüzden kitabın kahramanı sensin. Bu kitapta senin hikayen yazıldı ve senin çaban, senin varlığın… Kitaba ulaşmak için linke tıklayabilirsiniz.

Peki, stresi de ele aldığımıza göre, beynimiz ne ister, stres ve kaygıya dair nasıl düşünür, nasıl hareket eder? Bunu anlayabilmek için de öncelikle hedonizmden bahsedelim.

Hedonizm, yani hazcılık adı verilen felsefi görüş, Sokrates’in öğrencisi Aristippos’a göre tüm davranışlarımızın nihai hedefidir. Hedonizm mutlu olmak isteğidir ve Aristippos, duygularımızın getirdiği hazza yönelmeyi, acıdan kaçmayı söyler. Hazcılık öğretisini sürdüren bir diğer filozof ise Epikuros ancak Epikuros, Aristippos’un bahsettiği bedensel hazzı değil, ruhsal hazzı savunur. Ona göre en büyük haz ise ruh dinginliğidir. Ruhsal dinginliğe de bedensel haz peşinde koşmakla değil, bilgelik ile varılacağını söyler. Benim şahsi görüşüm ise acıdan kaçmanın asla doğru olmadığı, gelen duygu acı da olsa bastırmak yerine yaşanılarak, tecrübe edinerek; vicdan, empati, adalet gibi duygusal zeka gelişimi ile aşılarak, iyi kötü ayrımı doğrultusunda verilecek karar ve çaba ile yaşanmasıdır; yukarıda da bahsettiğim gibi…

Hedonizme değinmemin asıl nedenine ise gelirsek, şöyle bir giriş yapabiliriz: Beyin hedonisttir, yani zevk aldığı şeylere yönelir. Yemek yeme, para kazanma, arkadaşlarla vakit geçirme, cinsel aktivite, aşk, sosyal medya ve benzeri gibi her şey; nucleus accumbens denilen, limbik sisteminin ödüllendirme merkezinin uyarılmasına neden olmakta. Bu merkezde uyarılma arttıkça da alınan zevk de artar çünkü beyin bu esnada dopamin salgılar. Dopamin, serotonin ve hormonlarla ilgili Aşk, sadakat, eş yazımı da okuyabilirsiniz.

Peki, beyin hedonistse, o halde hep acı veren şeylerden kaçıp, hep “ödüllenip”, hep ben ya da hep bana diye mi yaklaşmalıyız yoksa bu durumu avantaja çevirip öğrenme ve ilerleme noktasında, stresle başa çıkmada, ruhsal dinginlik anlamında bakış açımızı şekillendirmede ve paradigmamızı değiştirmemizde hedonist eğilimlerimizden mi yararlanmalıyız? Bu noktada benim kendi adıma, kendim ve çocuklarım için benim izlediğim yol ise şöyle: Stres oluşturan şey gerek fiilen gerekse duygusal bir durum olsun; baskı ve stres oluşturduğu zaman algımı “zorunluluk” olarak değil, oyun olarak değiştirmeye çalışıyorum. Aynı durum çocuklar için de geçerli. Mesela ödeve zorunluluk olarak değil, oyun olarak bakabilmesini sağlamak. Matematik zor geliyorsa, bulmaca çözme ya da zeka oyunları olarak algıyı yönlendirmek gibi… Bu şekilde sunuşlar hem dersi sevdirir hem de çocuk anlayarak, başararak ve isteyerek devam eder. Zaten “oyun” çocuklar için bir öğrenme metodudur ki yalnızca çocuklar değil, yetişkinler bile bu şekilde öğrenir çünkü beyin hedonisttir.

Suprachiasmatic nucleus, yani beynin içindeki saat denilen kavram da bu şekilde bizim için zamanı hızlandırır ya da yavaşlatır. Zevk aldığın bir işi yaparken zaman hızlı geçer fakat sevmediğin bir işi yaparken ise zaman yavaş ilerler… Ve aslında insanı iş yükü, yoğunluk yormaz; stres yorar… Her şey algıda ve bakış açısında şekil alır.

Ve son olarak stres üzerine Mevlana’dan şu sözleri ekleyip, sevgilerimi sunarım 🙂

“Mum olmak kolay değildir. Işık saçmak için önce ‘yanmak’ gerek!”
“Her şey üzerine gelip, seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde, sakın vazgeçme. Çünkü orası gidişatın, kaderinin değişeceği yerdir.” Hz.Mevlana

Yoruma kapalı.

MENÜ