Hira geçen ay kendi kendine okuma yazmayı öğrenmiş. Onu da duvara yapıştırılabilir naylon kağıda “KASAP” yazmasıyla günler sonra fark ettim. Ben de sanıyorum Güneş yazdı. Güneş’e ne için kasap yazdın diye sorduğumda gerçek ortaya çıktı 🙂 Arkasından iki basamaklı sayıları toplama ve çıkarmayı, sonra tüm çarpım tablosunu, sonra da birden başlayarak 3000’lere kadar tek tek oyunla kendi kendine saymayı yapıyordu en son.
Bunun üzerine seneye ilkokul birinci sınıfa başlayacağı için konuyu okulla görüştüm; sınıf atlatma yapmalı mıyız yoksa yapmamalı mıyız diye.
Şimdi konuyu bir es verip burada bir detaydan daha bahsetmek istiyorum: Zeka geriliği nasıl anormal bir durum ise, üstün zekalılık da anormal olarak kabul edilir. İkisi de normalin dışında bir gelişim durumudur. Ayrıca zeka testlerinin gerekliliği de sık sorulan sorular arasında. Daha öncesinde blogta üstün zeka ile ilgili dört beş farklı yazım var. O yazılarımda detaylıca değinmiştim fakat şimdi de kısaca bahsetmek gerekirse; zeka testleri gerekli midir sorusuna şöyle bir yanıt verebiliriz:
Birincisi; her çocuğa zeka testi uygulamak gerekmez. Çocukta gelişim farklılığı gözlemlenirse, test uygulunabilir. Buradaki amaç da çocuğu “etiketlemek” ya da “üstün varlık” gibi davranmak (ki bana göre “üstün zekalı” tabiri de yanlış bir isim), çocuğu sınıflandırmak ya da egosal bir tatmin amacıyla değil, çocuğa doğru rehber olmak amacıyla yapılmalıdır. Bu amacın dışına çıkıldığında zeka testi sonucu üstün zekalı birey çıkmışsa ve çocuğa doğru davranış ve rehberlikte bulunulmazsa, bu, çocuğa aksine zarar verecektir. Böyle bir durumda çocuğun bu farklılığı bilmemesi, ebeveynin de bu durumu çocukta ayrıcalık olarak görmemesi gerekir. Çocuğa zaten “sen üstün zekalısın” da denilmemelidir. Doğru yönlendirilirse anormal bir durum olan üstün zekalılığın dezavantajları yaşanmaz ve çocuk hem kendine hem de topluma faydalı bir birey olma yolunda ilerler fakat bu noktada da bilinçli olmak gerekir. Detayları blogumdaki diğer yazılarımda mevcut. Okumanızı naçizane tavsiye ederim.
Hira’nın konusuna es verip, diğer detaylara devam edelim: Sık sorulan sorulardan biri de çocuğum üstün zekalı mı; nasıl anlayabilirim? Zeka; normal zeka – parlak zeka – üstün zeka – çok üstün zeka – dahi olarak sıralanır. Çocuğun üstün zekalı, parlak zekalı ya da normal zekalı olup olmadığı salt gözlemle anlaşılabilecek bir durum değildir. Uzman psikologlar tarafından tanılama işlemi yapılır ancak her psikolog da bu testleri yapamaz. Bunun için psikoloğun da özel eğitim almış olması gerekir. O nedenle de aslında istismara da açık bir konu. Ayrıca çocuğun ailesinden ve öğretmenlerinden çocuk hakkında detaylı öykü de almak gerekir ki çocuğun zekası ve aynı zamanda da ihtiyaçları da belirlenebilsin. O nedenle tanılama için hem gözlem hem de test gereklidir.
Zeka testi genellikle 3 yaşından sonra (yine de tavsiye edilen en alt yaş sınırı için 4 daha uygun denilir bu arada) yapılabilir ve zekanın da büyük bir kısmı 6 yaştan sonra oluşur. Çocuğun IQ skoru da aile dahil kimse ile paylaşılmaz.
Çocuğun üstün zekâlı olup olmadığını bir anne babanın anlaması her zaman mümkün değildir fakat dikkatli bir ebeveyn ya da eğitimci tarafından bebekliğinden itibaren gözlemlenmişse, çocuk bir takım belirtiler verebilir. Mesela uykularının az olması, erken konuşması, anne babayı ay gelişimine göre daha erken tanıması, üzerine örtü ya da battaniye örtmek istememesi, kıyafet kumaşlarına karşı aşırı hassas olması, gelişimine göre daha üst sorular sorması, tat ve koku algılarının daha belirgin olması, okula gitmeden ya da destek görmeden kendi kendine okuma yazma öğrenmesi, dil konusunda yetenekli olması ve yaşından daha büyük konuşması, çok fazla kelime bilmesi, yetişkin bir insanla konuşuyorsunuz gibi hissettirmesi gibi işaretler varsa, çocuk üstün zekalı olabilir. WISC-R, Binet ve Cas gibi farklı zekâ testleri vardır.
Bu detaylara değindikten sonra Hira’nın sınıf atlama olayına geri dönebiliriz: Hira’nın okuma yazma ve matematik işlemlerini çözme konusunda, aslında en kritik ve önemli nokta şu: Çocuk tüm bunları gerçekten de kimse öğretmeden ve yönlendirilmeden mi öğrendi yoksa çocuğa öğretildi mi? Bu soru ve bu sorunun dürüst cevabı çok önemli…
Şayet çocuk okula başlamadan önden bu eğitim verilirse, bu doğru değildir çünkü birinci sınıfa başladığında çocuk çizgi çizmeyi, harfleri, heceleri sınıfça ve sınıf ortamında öğrenmesi gerekirken önden verilirse, çocuk okula başladığında tüm bunları önden verildiği için sınıfa ayak uyduramayacaktır. Hatta sıkılıp okuldan soğuması bile söz konusu olabilir. Öte yandan çocuk kendi kendine keşfettiyse ve çocuk kendi kendine keşfettikten sonra bu durum sadece ebeveyni ile değil de eğitimciler ve okul psikolojik danışman (rehber) öğretmenler tarafından yönlendirilirse bu, sağlıklı olan şeklidir. Çünkü burada bireyi bütünüyle tanıma dediğimiz sistem devreye girecektir. Çocuk akademik olarak yaşıtlarından daha üstün performans gösterebilir ama öte yandan çocuğun bedensel, duygusal ve toplumsal zekası da, kendinden büyük sınıftaki çocuklarla olacak uyumuna da bakmak, bunları göz ardı etmeden değerlendirmek gerekir. Bu sebeple çocuğun salt zekâ puanından ziyade, çocuğu bütüncül yönleriyle tanımak, çocuğu her alanda keşfetmek, zeka türüne ve ilgi yeteneğine göre de değerlendirmek gerekir. Howard Gardner’in geliştirdiği çoklu zeka kuramına göre zeka tek çeşit değildir. Sosyal zeka, görsel – mekansal zeka, dilsel – sözel zeka, ritmik – müziksel zeka, kişisel – içsel zeka, okuma zekası, mantıksal – matematiksel zeka, doğa zekası, bedensel – kinestetik zeka olmak üzere 9 farklı zeka çeşidi vardır.
Tüm bunların yanı sıra çocuk şayet sınıf atlatılırsa akademik zekanın dikkate alınmasından ziyade bilhassa çocuğun duygusal zeka ve sosyal zekasına da bakılmalı, atlatılması hedeflenen sınıftaki öğrencilere göre bedenen ne kadar küçük kalıp kalmadığı da dikkate alınmalıdır çünkü çocuğun aynı zamanda bu noktalarda da uyum sağlayabiliyor olması kritik noktalardan bir diğeridir. Diğer bir konu da elbette ki akran zorbalığı. O nedenle çocuk akademik olarak yaşıtlarının üstünde olsa bile dahi, bu noktalarda da değerlendirilmesi, bu değerlendirmeyi de veli kendisi değil, eğitimcilerin ve psikologların gözlemi dahilinde karar verilmesi gerekir. Konu neticesi o kadar ince kararlarla ve çok yönden değerlendirilerek verilmelidir ki, yanlış bir karar verilmesi söz konusu olursa çocuğu kazanmak ve başarılı olmasını sağlamak yerine tam tersi bir etki de oluşturabilir bir durumdur.
Tüm bu gözlemler ve testler için Hira da okul psikolojik danışmanı (rehber) hocalarımızla tanıştı. Danışman hocalarımızın ve öğretmenlerimizin gözleminde, Hira bir üst sınıfta başlayacak olursa, çocuk büyük sınıftaki ortamla uyum sağlayabilecek mi; bu durum ölçüldü. Sınıfındaki diğer çocuklardan daha küçük olması durumda Hira bu durumda adapte olabilir mi, başarılı olabilir mi; onlara bakıldı. Çocuk her ne kadar akademik olarak başarılı olsa da, bu tek başına geçerli bir karar değildir. Bir üst sınıftaki çocukların sınıfında değil, kendi yaşıtlarının ortamında daha sağlıklı bir eğitim alabileceği kanaatine varıldı çünkü duygusal ve sosyal olarak da değerlendirildiğinde yaşının çocuğu olduğu için ve aynı zamanda beden olarak da minyon bir çocuk olduğu için Hira, 5 yaş gibi değil, 4 yaş çocuğu gibi gözüküyor. Bu da ortalama 8 yaş civarı çocukların yanında çok küçük gözükmesine, çocuğun o ortamda aidiyet duygusu ve adapte sorunu yaşamasına, akran zorbalığı görmesine de neden olabilir. O nedenle BBT (bireyi bütünüyle tanıma) ile eğitimcilerin ve psikolojik danışman öğretmenlerin çocuğu tanıyarak her anlamda kazanım ve farklılıklarını göz önünde bulundurarak çocuk için en doğru kararı vermeleri önemlidir.
Eğitim 3 ayaklı bir sac gibidir: Bir ayağı eğitimci, bir ayağı ebeveyn, bir ayağı da öğrencidir. Üç ayağın da takım çalışması içinde ilerlemesi ve doğru gözlem gerekir. Tüm kararlar neticesinde Hira ilkokula birinci sınıftan başlama kararı alındı ama sorun yine bitmedi: Çocuk birinci sınıftan başlayacak ama neredeyse ilkokul üçüncü sınıfın konularını yapabilecek düzeyde. Bu da çocuğun yine derslerden ya da okuldan sıkılma olasılığının olması demek. Yani birinci sınıftan da başlasa sorun, ikinci sınıftan da… O halde karar doğrultusunda çocuk birinci sınıftan başlayacak fakat diğer durumda ne olacak: Zenginleştirilmiş eğitim. O da şu demek:
Kendi yaşıtlarının olduğu sınıfta devam edecek. Çocuğa farklı ödevler de verilecek ve eğitimi çocuğun kazanımlarına göre ayrıca desteklenecek. Yani çocuk yapabileceğinden daha kolay ödevler ve eğitim alırsa da sıkılır, yapamayacağından daha zorunu alırsa da sıkılır. O nedenle çocuğa sıkılmayacağı, yapabileceği zorlukta dersler ve ödevler verilmesi gerekir. Birinci sınıf ve ikinci sınıf konuları birbirine yakın olduğu için, çocuk birinci sınıfa devam ederken dönem içerisinde zenginleştirilmiş eğitimle ikinci sınıf konularını da bitirirse, birinci sınıfın sonunda ikinci sınıfa geçmeden üçüncü sınıfa geçecek. Bu zaman zarfında da çocuk yine duygusal ve sosyal olarak da gözlemlenecek ve aslında birinci sınıf demek, çocuğun okula alışma süreci demek ve anaokulundan farklı bir ortam demek olduğu için, birinci sınıfı her zaman ve her durumda atlatmak doğru bir davranış zaten değildir. Çocuk birinci sınıfa başladığında da gözlemlenecek ve yine gelişim durumları tümden değerlendirilip, müdahale gerekirse yine birinci sınıf döneminin başında da ikinci sınıfa geçebilme olasılığı değerlendirilecek. Yani uzun lafın kısası; çocuk öğretmen ve ebeveyn tarafından birlikte takım çalışması ile gözlemlenecek. Bundan sonraki süreçteki tüm belirsizlikler ve ihtimaller çocuğun gelişim ve uyum sürecine göre desteklenecek.
Hep söylediğimiz bir konuya tekrar değinmek istiyorum: Üstün zekalı birey olmak da, üstün zekalı birey ebeveyni olmak da kulağa hoş gelse de, aslında öyle kolay ve istenilen bir durum değildir çünkü ekstra bilinç, imkan, eğitim, duygusal sosyal ve akademik yeterlilik gerekir ve çok dikkatli kararlar verilmelidir. Bu hiç kuşkusuz her çocuk için geçerlidir fakat normalin dışında değerlendirilen her durum gibi üstün zeka da bu durumların içine dahil bir konu olduğu için çok daha dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Her şeyden öte de bilhassa duygusal zekası üzerinde durmak, çocuğa mental olduğu kadar ruhen de yetebilmek ve doğru yönlendirmek kritik bir nokta da denilebilir. Çocuk “ben bunu nasıl olsa yapabiliyorum” gibi bir düşünceye kapılıp kibir de geliştirebilir, potansiyeli varken tam aksine başarısız ve sözüm ona beş parasız da olabilir. Krikten kastın içinde bu noktalar da vardır.
Psikolojik dayanıklılık, çocuğun ilgi ve yeteneklerini tanıyabilme, çocuğa doğru rehber olabilme, helikopter ebeveyn olmaktan kaçınabilme, potansiyeline hitap edebilme, alabildiği kadarını verebilme, çocuğu duygusal sosyal bedensel akademiksel olarak tanıyabilme, psikolojik dayanıklılığını geliştirebilme, akran zorbalığı ile başa çıkabilme, sınır koyabilme, saygı sevgi ve doğru iletişimi öğretebilme ve bunları çocuğa verebilme, empati geliştirme, kitap okuma, doğru materyallerle çocuğu buluşturabilme, mizacına uygun yetiştirebilme, uyku saatlerinde düzeni oluşturabilme ve doğru beslenme gibi çok farklı konular ve bu konuların hepsi de birbirinden önemli detaylardır. Blog yazılarım kadar Instagram paylaşım ve hikayelerimde de bu konulara fırsat buldukça değiniyorum. Dilerim her bir yavruma naçizane ışık olsun. Minicik kalplerine değebilme dileğimle, her birini kucaklıyorum.
Yoruma kapalı.