Çalışan Anne Olmak

15 – 16 yaşlarımdayken hep düşünürdüm; “insan neden anne baba olmak ister? Ben de bir gün evlenirsem çocuklarım olsun isterim. Ama niçin bunu isterim?” der ve kendime bir cevap bulamazdım. Anne baba olmak isteyip de olamayanları düşünür, niçin bu kadar üzüldüklerini anlamaya çalışırdım. Olay neydi, neden böyle bir içgüdümüz vardı? Olay bir bebek sevmekse eğer, zaten yeni doğan bebekler vardı çevremizde; yeğenler vardı, kardeşler vardı, komşunun bebeği vardı gibi gibi. İlla doğurmak mı gerekirdi? Amacın sevgini bir bebeğe aktarmaksa zaten bunu diğer bebeklere de yapabilirdin. Neden yaradılış gereği kendinden bir parça sunmak olsundu dünyaya? Yoksa sevgi, aslında Yaradan’ın bir oyunu muydu? Sonuç itibariyle ve 15 – 16 yaşındaki bir kıza göre bebek demek sorumluluk demekti. Onu iyi yetiştirmek için kendinden gerekirse fedakarlık yapmak, uykundan zaman ayırmak, çalışma hayatından feragat etmek, sosyal hayatından ödün vermek, bakımlı olmaktan kimi zaman hatta vazgeçmek demekti. Aslına bakarsanız bebeğinin olması demek, realitede kendine yük ve belki de stres demekti. İşte bu yüzden soruyordum kendime; acaba Sevgi, bir aldatmacalı oyun muydu? Seveceğim diye kendime yapacağım bir eziyet miydi? Bir gün ben de evlenirsem ve çocuk sahibi olamasam ben de bunun için üzülür müydüm, başkalarının çocuklarına bakıp iç geçirir miydim? Bilmiyordum ama Yüce’miz bu içgüdüyü yaradılıştan bize kodladıysa öyle sanıyordum ki ben de üzülürdüm?

Bazen bünyeme bile ağır gelen düşüncelerim vardı çocukluğumdan beri. Bebek sahibi olmak da benim için bunlardan biriydi. Matematik test kitabı çözüp ÖSS’ye hazırlanmak varken -ki elbette onu da yapıyordum ama kafamda hep hayata dair, sevgiye dair, yaradılışımıza dair sorduğum sorular da vardı. Bu da benim yaradılışımdandı elbette.
Calisan Anne
Sonra bir gün rüyamda bebeğimin olacağını öğrendim. Yine 16 yaşımda iken. Ak sakallı dedem “bir kızın olacak, hayatına güneş gibi doğacak, O doğduğunda her yer aydınlanacak, hayat neymiş; o zaman göreceksin, adını Güneş koy, hayatına Güneş gibi doğsun” dedi. Kimi rüyalarınız vardır ya hani, sanki o rüyayı görürken onu izlemez sadece, bir de yaşarsınız. Acaba rüya mıydı yoksa gerçek mi diye düşünürsünüz. Hatta rüyanın içinde bile düşünebilirsiniz, sözleriniz ve hareketleriniz de sanki bilinçlidir. İşte bu rüya öyle bir rüyaydı ve ben o zamanlar bir kızım olacağına ve adının Güneş olacağına emindim.
Sonra harika bir adamla evlendim, Yüce Yaradan’ıma O’nu da karşıma çıkardığı için gönül çakramdan çıkan yeşil enerjimi hissedercesine her zaman şükrederim. Hamile kaldığımda, 12 yıldır hatırımda olan rüyamı düşündüm tekrar. İlginç bir tesadüf daha vardı; adının Güneş olacağı bebeğimin babasının baş harfi G, benim baş harfim ise Ş idi. Yani Güneş’in ilk harfi ve son harfi! Daha da beni hayrete düşüren ise Güneş’in tüm harflerinin anne ve babasının isimlerindeki harflerden oluşmasıydı. Anne ve babasının gen olarak da isim olarak da karışımıydı. Öyle bir zamanda doğdu ki, her yer aydınlıkken; öğle ezanından hemen sonra, güneş tam tepedeyken, her yer aydınlıkken ve bayram arefesinde.
Buraya kadar olan kısmı, bilinmeyenim ve hissedişlerim ve iç dünyamla alakalı elbet. Şimdi ise çalışma hayatımı neden ve nasıl şekillendirdiğim.
Ben, aslen yazılımcıyım. 2009’a kadar web yazılım, html, css, jquery, mysql tabanlı işlerde web sektöründe çalıştım. Aslında bakarsanız bu iş, erkek işi. Belli bir saatiniz yok, sürekli kendinizi yazılım açısından geliştirmeniz, yeni haber ve yazılım teknolojilerinden haberdar olmanız, geçmiş versiyonlar da dahil sektörün tüm yazılımlarından temel seviyede bile olsa anlayabilmeniz, algoritmanızı çok iyi geliştirmeniz, hiç durmadan update olmanız gerek. Çoğunlukla sabahlara kadar mesai yapmanız, ekranınızdaki kodlarla sürekli iletişim halinde olmanız gerek. Mesleğimi seviyordum evet ama yine içgüdüsel olarak çalışma hayatımı tekrar şekillendirmem gerekti. Çünkü bir bayandım ve ilerisini düşünmem lazımdı; evlilik, çocuk, yemek, temizlik, misafir. 🙂 Marjinallik de bir yere kadar, hayatın gerçekleri var, kabullenmemiz gereken 🙂 Bu kez web tasarım işine geçtim. Çok sevdim, çok çalıştım ve çok büyük firmaların web tasarım işlerini alan bir ajansta designer olarak görev aldım. Tabi yine bir dönem kendini geliştirmek, yeni programlar öğrenmek, bazı zamanlar sabaha kadar tekrar çalışmak gibi mesailer de harcadım kendimden; tasarımın güncel hayatı seviyesine ulaşmam için.
Ulaşmasına ulaştım da, ama anne de oldum ben bu arada. Kendini en iyi olmak için geliştirmeye çalışan, yaptığım her işte hakkını vermek isteyen, sabahlara kadar uyumadan çalışabilen bir tipken, şimdi emeklerimi bırakacak mıydım yoksa yeni meslek olan anneliğimi de diğer işlerimde de olduğu gibi hakkını vererek ve detaylarını düşünerek mi yapmalıydım? Hem de daha çok mesaiye rağmen beş kuruş para almadan 🙂 Öyle ya, bundan önceki işlerimde hayat verdiğim projeler hep bir web sayfasının işleriydi. Şimdiki projem ise hem kendi parçam hem de bir “insan” ın hayatına en çok da manevi destek verebilmek ve hep düşündüğüm “sevgi” yi tam zamanlı bir emekle mi sunmam gerekti? Peki şimdi ne yapacağım, ben bir anneyim ve mesleğimin en verimli, gelişimime en açık dönemindeyim. Çocuğumu anneanne ya da babaanneye bırakıp çalışmaya devam mı etmeliyim yoksa kendi çocuğuma kendim mi bakmalıyım? Bu noktada, her anne gibi ben de ilk önce ekonomik durumumu düşündüm. Eğer şartlarım beni çalışmaya zorlarsa çalışacak ama kendimden feragat edebileceksem de çocuğuma kendim bakacaktım. Çok zengin olduğumdan değil elbette, hatta güllük gülistanlık, iyi bir maaşla çalıştığım halde ben, “annelik” mesleğime tam zamanlı çalışmaya karar verdim. Çünkü bilincine vardığım bir şey vardı; bebeğimin en çok da ilk 4 yıl bana ihtiyacı vardı. Sütümü sağıp da ben yokken biberonla içirmek yerine, O’nu hiç ağlatmadan ve göğsümden emzirmek istedim. Beni akşamları yorgun argın eve geldiğimde görmesini değil, tüm gün verimli ve iletişim halinde görmesini istedim. Anneanne ve babaanne de elbette O’na çok iyi bakacaklardı. Ama O’nu ben doğurmuştum; anneanne ya da babaanne değil… Ben bir kadındım, ben bir çalışandım, benim ekonomik destekte de bulunmam gereken bir sorumluluğum da vardı aileme aslında. Ama niyet ettim; şartlarım zorlar da çalışmam gerekirse evet çalışağım ama gerekirse kendimden feragat edeceğim, gerekirse daha dikkatli harcayacağım ama yine de bebeğimin yanında olacağım. Çok çok mecbur kalmadıkça, sadece O’na zaman ayıracağım. Ve ben, mesleğime ara verip çocuğuma kendim bakmayı seçtim.
İnsan, ancak kendisi de yaşadığı zaman anlıyor durumları. Yaşamadığımız hayatlar, durumlar, olaylar karşısında kimsenin kimseye yorum yapması, yargılaması, söz söylemesi doğru değil. Bu, çalışan anne ya da çalışmayan anne konusunda da geçerli. Sonuç itibariyle ben bu zamana kadar hiç çalışmamıştım anne olduktan sonra. Dolayısyla yorum da yapamazdım. Ayrıca, herkes farklı sebeplerden ötürü çalışmak ister. Kimisi kariyer için, kimisi ekonomik olarak çalışmak zorunda olduğu için, kimine göre de çalışan anne olmayı tercih ettiği için. Herkesin nedeni ve doğrusu farklıdır bu yüzden. Ama bana kalırsa, mümkün olduğunca çocuğunla birlikte olmak, annenin kendisinin bakması doğru olan.
Geçen hafta, freelance web işi aldım ilk defa, uzun süreçli sürecek bir proje. Güneş’i anneme bıraktım ve ofise gelip sabah 5, akşam 10; hiç kalkmadan çalıştım ki 2 aylık bir işi 7 günde bitirdim, çocuğuma bir an önce kavuşmak için 🙂 Bu 7 günlük süreçte, çalışmak zorunda kalan annelerin duygularını hissettim. Gizli gizli ağladım hatta, tutamadım kendimi, çünkü kendimi hazır hissetmiyordum O’ndan ayrılıp da çalışmak için. Özlüyorum o ayrı ama, biliyordum ki O’nun bana ihtiyacı vardı. Henüz çalışma hayatına dönmem için küçüktü. Çalışmak zorunda kalmış anneleri düşündüm, empati kurdum, onları işte şimdi anlayabildim: bebeğinin kokusunu içine çekip, onu uyurken izleyip de sabah gün aymadan işe gitmek için evden çıkmak, eve bir an önce gidip de bebeğime kavuşayım diye düşünürken, geldiğinde de O’nu uyuyorken görmek ve senin henüz özlemin bile geçmeden tekrar sabah işe gitmek ve bu tekrarları her gün sürdürmek bir anne için çok ağırdı. Evde iyi bakıldığını elbette ki biliyordum ama yine de düşünüyordum; acaba yemeğini yedi mi, acaba koltuktan atlamaya kalkar da düşer mi, annemin gözünden kaçar mı, beni arar ve ağlar mı, üşür mü, acaba kendini nasıl hisseder, üzgün müdür gibi nice sorular. Ben olsam resim çizerdik, hamur oynardık, kitap okurduk, evde etkinlikler yapardık, kuklalar yapardık, hikayeler anlatırdım, annem bunları yapar mı / yapıyor mu, sorularına yeterli cevap veriyor mu vs. vs. Ve bu kez tekrar anladım çalışan anneleri; onlar da çocuklarıyla vakit geçirmek, iletişim halinde olmak, birlikte hamur oynamak, etkinlik yapmak, kuklalar oynatmak, lego yapmak ister ama işten gelirler ve çocuk muhtemelen uyuyor olur ve ben de yorgun olurum. Belki de sadece ve en fazla 2 saatimiz vardır uyumamıza ve ben çocuğumla bir şeyler yapamamışımdır. Sadece hafta sonum vardır ve o vakti de çocuğuma mı ayırsam, ev mi, yemek mi, misafir mi, arkadaşlar mı; hangisine ve kaç parçaya bölünebileyim..
Anneysen anlıyorsun ki, bekarken düşündüğün ve sana belki de çok mantıklı bile gelmeyen bebek sahibi olmak fikri, anne ne kadar zor bir hayata bölünmüş olsa bile, içinde sevgi ve parçan olduğu için hiç de zor değil. Uykusuz da kalsan çok mutlusun sen, kimseyi düşünemeyecek kadar tüm ilgin ve enerjin bebeğinde. Kim ne söylemiş artık umursamıyorsun. Çünkü sen zaten annelikle birlikte bunları da aşmışsın; hatta kim olursa olsun hayatından bu tip insanları kovmuşsundur da zaten. Ne sosyal medyanda, ne telefon rehberinde ne de adres defterinde bu insanların izi bile kalmamıştır zaten. Çünkü sen, annesindir. Sen farkında bile olmadan büyümüşsündür.
Ve artık anlamışsındır. Anlamaktan ziyade de, gönülden öyle bir hissetmişsindir ki; anne olmadan önce meğer sen aslında yaşamıyormuşsun. Bunu da, bebeğine sahip olunca anlayabiliyormuşsun sadece. Hayatın o zaman bir anlama bürünüyormuş meğerse. Allah sevgisine en yakın sevgi evlat sevgisi oluyormuş. “İçinin titremesi” sadece bir deyim değil, fiziken de olan bir şeymiş ki O’na bakarken titriyormuş için. Bakışlarında hep bir hayranlık varmış, bazen O’na sarıldıkça mutluluğundan ve şükründen ağlıyormuşsun. O, herhangi bir insan değil, senin resmen bir organın, bir parçanmış. Bu yüzden insan içgüdüsel olarak kendi bebeğini doğurmak istiyormuş meğer. Bu yüzden, 15 – 16 yaşındaki düşüncelerimin cevaplarını anne olunca anladım. Ve çalışma hayatıma geçici döndüğüm 7 günde de çalışmak zorunda kalan anneleri anladım. Ve onlara gönülden dualarımı göğe gönderdim; Rabbim çalışmak zorunda olan annelere kolaylık ver nolur ki bebekler anneleriyle, anneler de bebekleriyle bütünken parçalar ayrılmasın.. Bebeğine kendisi bakmak isteyen her annenin gönül dualarını kabul eyle diye..
Kalbi sevgiyle çarpan herkese benden selam olsun,
En çok da tüm annelere gönülden saygımla..

info@birannetavsiyesi.com

Yoruma kapalı.

MENÜ