“Ve ey Âdem! Sen zevcen (Havva) ile Cennete yerleş; artık dilediğiniz yerden yiyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz!” (A’RÂF-19). Ardından şeytan: ‘Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?’ (TAHA-120) dedi ve insanı ebedi yaşam vaadiyle aldattı. Burada yenilen meyvenin elma, incir ya da buğday(lifli gıda), hatta bu ağacında tüm insanlığın genetik kodlarını gösteren şecere(soy, kütük) ağacı olabileceği düşünülse de ortada kesin bir hüküm yoktur. Ancak insanın yaratılışından beri en büyük sorununun nefsinden ve boğazından olacağına açık bir işaret vardır.
Yazıya başlarken insanın yaratılışına kadar gitmemizin sebebi, kullanım kılavuzumuzu doğru okuyabilmemiz içindir. İnsanoğlunun yapısına uygun olan; yaşamını devam ettirecek miktarda az yemek, bolca hareket etmek ve kasıtlı açlıklar yapmaktır. Günümüzde bunların tamamen zıddını yapmaktayız. İnsanın yaradılışına uygun olan, bizim kültürümüzde de var olan 2 öğün(sabah ve akşam-mümkünse hava kararmadan) beslenme yerini tanzimatla birlikte 3 öğün beslenmeye bırakmıştır. Sık sık ve azar azar yemek, bir öğünde 3-4 çeşit yemek gibi adetlerle tüketim çılgınlığına devam edilmektedir. Uzun vadede pankreastan salgılanan insülini yoran, leptin hormonunun salgılanmasını engelleyen ve verimini düşüren sık yemek bizi hasta etmeye devam etmektedir.
Büyük hekim İbni Sina der ki: “Günde bir defa ye; sağlam ye; bu sana yeterlidir zira bağırsaklarımız uzun olduğundan hazım zamanı uzun sürer. Eğer bağırsaklarımız kuşlarınki gibi kısa olsaydı nefes alır gibi yerdik.” Bahsettiklerimiz alışkanlıklarımıza ters gelse de bu yazıda dikkat çekmek istediğim şeyler çok daha farklı! Söyleyeceklerim yaz mevsimine nasıl formda gireriz gibi mevzularla basite indirgenebilecek şeylerden değil, bahsedeceğim şeyler iyi-kötü savaşıdır. Bu savaşta beslenmenin rolüdür.
İnsanı âdem olmaktan uzaklaştıran, şeytanın mutasyondaki en büyük silahlarından birisi şüphesiz beslenmedir. Tükettiğimiz gıdanın temizliğini ya da helalliğini hala yanlış anlayan bizler yaratılışı bozulan, genetiği modifiye edilen gıdalarla siretimizin ve suretimizin değişeceğini unutmaktayız. Hep beraber 1800lü yıllara gidelim.
Albert Pike ismi, İtalyan Giuseppe Manzinni’ye yazdığı mektupla belleklerinize kazınmalıdır. Masonluğun en büyük temsilcilerinden sayılan 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ateizmin yayılmasını görev edineceklerini söyleyen, toplumsal kaoslar için “Tetragrammaton”u(insanı yönetmek için dizayn edilen, fizik-kimya-matematik bilimleriyle kabala mistisizminin karışımı) kullanacaklarını velhasıl zamanla İslam, Hıristiyanlık hatta ateizminde yok olmasını sağlayıp şeytanın sözde saf ışığını dünyaya yayacaklarını söyleyen bu insan müsveddelerini ve niyetlerini unutmayın! Ne yazık ki bu görüşü savunanlar şu anda da ilaç sektöründe, gıda sektöründe aklınıza gelen bütün alanlarda dünyaya yön vermektedirler. İnsanın, hayvanın ve bitkilerin genetik yapısını değiştirerek sözde tanrıcılık oynamaya çalışan bu sapkın zihniyetin en büyük gıdası da ne yazık ki gözünü kapatmış cahil insanlar olmaktadır. Bu oyunun sahnesi tüm dünyadır. İnanç ayrımı yapmaksızın tüm insanlığı ilgilendirmektedir.
Günümüzde ve ilerleyen dönemlerde genetiği değiştirilmemiş tohumlara sahip olan ülkenin dünyada nasıl bir role sahip olabileceğini düşünmeniz zor olmasa gerek. Şimdi kafaları biraz daha bulandırıp Norveç sınırlarına gidelim.
Norveç’in kuzey tarafında bulunan Spitsbergen adasında “Svalbard Küresel Tohum Deposu” adı verilen ambar, donmuş vaziyette bulunan bir dağın yaklaşık 100 metre altında inşa edilmiştir ve bünyesinde 3 milyon kadar özel ambalajlarda saklanan çeşitli tohumlar barındırmaktadır. Deprem, nükleer bomba gibi tüm etkenlere dayanıklı inşa edilen ve adına kıyamet deposu da denilen bu ambarı çoğunuz duymamıştır bile. Bu işin başındaki GCDT adlı örgütün köklerinin D. Rockefeller’a dayandığı açıkça dile getirilmektedir. Amerika’nın Irak işgalinden sonra dünyanın en eski tohumlarının bulunduğu yerlerin bombalanması? Ve var olan tohumların akıbeti bilinmiyor? Ayrıca yakın zamanda Norveç’teki bu depoda sular altında kalmış. Tabi yerseniz.
Hitlerinde finansörlüğünü yapan Rockefeller vakfının ve bu işin içinde olduğu söylenilen Almanya, Amerika, Norveç, İngiltere, İsviçre ve Kanada gibi ülkelerin amacı sizce ne olabilir? Bir iddiaya göre aynı zamanda moleküler biyoloji biliminin öncüsü bu vakfın amacı ari ırk oluşturmak. 90’lı yıllarda Meksika, Filipinler ve Nikaragua gibi ülkelerde dünya sağlık örgütü önderliğinde sadece doğum yapabilecek yaşta kadınlara (15-45)tetanoz aşısı yapılması yine benzer ülkelerin fonuyla gerçekleştirildi. Bu aşılarda kadınların hamile kalmasını engelleyen antikorları üretebilecek tetanoz toksoid ve Hcg hormonu etkileşimi olduğu ne yazık ki sonradan ortaya çıktı. Ne garip tesadüf ki 70li yıllarda 20 yıl sürecek projeye başlanmış, Rockefeller vakfı- nüfus konseyi, Dünya Sağlık Örgütü önderliğinde tetanoz bağlantılı kısırlaştırıcı aşılar üretmeye başlamıştı.
İstenmeyen ırkların kısırlaştırabileceği, mutasyona zorlanabileceği yenidünya düzeninde beslenme ile ilgili bakış açımızı değiştirmek zorundayız. Danışıklı dövüş şeklinde yapılan bilimsel çalışmalara, bu çalışmaların yöntem kısmına ve benzer yapıda ki projelere en azından şüpheyle yaklaşalım. Bu bağlamda önleyici sağlık hizmetlerine odaklanmamız için büyük çaba harcayan değerli bilim adamlarımızı takip etmek onlara gereken kıymeti vermek boynumuzun borcu olmalıdır. Malumunuz testi kırıldıktan sonra hangi yapıştırıcı daha kuvvetlidir yarışına dâhil olup buna bütçe ayırmaktansa testinin kırılmamasına odaklanalım. Piramitlerin içerisinde sağlık ayini diye geçen titreşimle tedavinin güncel versiyonlarında radyo frekans dalgaları kullanılarak yapılan hücre boyutunda ki tedavilere dikkat kesilelim.
Kusura bakmayın antrenmandan sonra ne kadar protein alacağınız, selülitten nasıl kurtulacağınız gibi soruları çoktan geçtik. Bunların çözümü tahmin edemeyeceğiniz kadar basit. Önümüzde insanlığı ilgilendiren çok daha büyük sorunlarımız var. Hepimizin dert etmesi dileğiyle…
Wellness M.T.
Dr. Rıdvan KIR
(Sevgili Rıdvan Hocam’a, paylaşımlarını benimle paylaştığı ve blogumda da tüm okurlara duyurmama müsaade ettiği için tekrar teşekkür ederim )
Yoruma kapalı.