Öncelikle bu videoyu lütfen izleyin. İzledikten sonra da tekrar konuşalım: Anne Kız Sohbeti
Daha önce de amigdalamızdan bahsetmiştim: Nörolojik gelişim ve zeka gelişimi açısından genlerin etkisi büyük, hatta %70 imiş fakat çevresel faktörler de beyin gelişimi için önemli bir etken. O yüzden, biyolojik faktörlerin yanı sıra çevresel dış faktörlerin de beyin gelişimi üzerine katkısı vardır ve dış faktörler de gelişimi etkilemektedir. Beynin amigdala bölümü, erken çocukluk dönemindeki anıları bilinçaltında saklamaktadır. Bu dönem hatırlanmaz fakat bilinçaltında muhafaza edilir. Hatta o dönemde dil gelişimi henüz tamamlanmadığı için bu duruma neden olduğu düşünülür. O açıdan, 0-2 yaş dönemi gelişim açısından büyük önem taşır. Korku, öfke, kaygı gibi durumlarda da amigdalanın etkisi vardır. O yüzden yetişkinlik dönemimizde bir sorun yaşıyorsak “çocukluğuna inmeliyiz” denilir 🙂 Bu durumu düşündüğüm zamanlarda anlıyorum ki; hayatımızda seçimlerimiz, öfkelerimiz, takıntılarımız, kaygılarımız, kızgınlıklarımız olduğunda karakterimizin yanı sıra çocukluk dönemindeki yaşanılanlar (ama hatırlanılmayanlar) da önemli bir faktördür. Bunu söylerken “ebeveynimizi suçlayalım” görüşünde söylemiyorum. Söylemek istediğim şey; herkes bildiğinin en iyisini yapar, kendi ebeveynlerimizde öyle fakat ortada bir yanlış var ise bunu kendi hayatımız için düzeltme çabasında olmalı, sorunu kabullenerek çözüm bulmalı ve rehberliğini yaptığımız evlatların gelişimine daha farkındalıkla yaklaşmamız gerektiğidir. Yani çaba, sabır ve empati; sanırım en çok ihtiyacımız olanlar… Amigdalayı sakinleştirmek için neler yaptğıma dair Kendini İyileştir yazımda bahsetmiştim. Yazının detayı için başlığın üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Yukarıdaki videoya dönecek olursak Güneş, başaramamakla ilgili bir sorun yaşıyordu ve tüm çabasına rağmen başaramadığı için hayal kırıklığına uğraşmıştı. Dolayısıyla benim yalancı olduğumu düşünüyor, kendine güvenini kaybediyor, yetersizlik hissediyor ve amigdalası onu öfkeye itiyordu. Videoda Güneş’le iletişimimiz yalnızca sözel değil; davranış, mimik, ses tonu, bakış açılarımızı yansıtmak, yargılamamak, seni anlıyorum mesajı vermek, kendini sakinleştirmesi için yanında olmak ve konunun salt başarı olmadığını, başaramasa dahi neler olacağını ve önemli olanın başarmak değil, çabalamak olduğunu vurgulayarak yaklaşmak.
Öncelikle ben seni dinleyeceğim: Ortada bir sorun var. Hayal kırıklığına uğramış ve kendine güveni kalmamış bir insan. Soruna birlikte çözüm arıyoruz, onu başa çıkamayacağı bu durumla baş başa bırakmak istemiyorum fakat “helikopter ebeveyn” gibi yaklaşmak da istemiyorum.
Sonra da sen beni dinleyeceksin: Sözünü kesmeden, yargılamadan, tüm dikkatimle, duygularını önemseyerek, saygı duyarak, seni anlamaya çabalayarak, göz hizasında, gözlerinin içine bakarak, sana gerektiği zaman dokunarak, kızgınlıkla yaklaşmadan, mimiklerimi dikkatlice kullanarak, ses tonuma öfke yansıtmadan, seni izleyerek seni dinlediğim gibi, sen de beni dinleyeceksin. Çünkü iletişim bir bütünse ve bütünün içinde en verimli şekilde yol almak istiyorsak, sen de beni dinlemelisin. Dinlemeyi de öğrenmelisin. Önce ben seni dinledim çünkü sana ait olan bir sorundan bahsediyoruz ve “dinlenilmenin” ne denli önemli olduğunu, seni dinlerken nasıl yol izlediğimi zamanla anlaman ve ayna nöronlarının da etkisi ile rol model olarak beni örnekleyeceğin için, önce ben seni dinliyorum, sonrasında da sen beni.
Bağırmak istiyorsan bağır: Çünkü amigdalanın rahatlaması lazım ve kötü duyguları içimizden atmadan, yerine yenilerini koyamayız. Üzerine yenisini inşa edemeyiz. Eğer edersek, temeli sağlam olmaz. Baskı altında olmak bir müddet sonra kişiye zarar verir ve görürüz ki hiçbiri gerçek duygu ya da gerçek davranış değildir. Ya psikolojik ya da fiziksel olarak bir şekilde yıkıcı etkileri çıkacaktır ki yetişkin olduğumuzda yaşadığımız sorunların çoğu fikrimce bu yüzden kaynaklanır. O yüzden bağırmak istiyorsan bağır, ağlamak istiyorsan ağla. Ki, rahatlayasın. Elbette, bunları yaşarken bir başkasına zarar verecek şekilde de olmamalı. Yani sırf sen amigdalanı rahatlatacaksın diye ve kızgın olduğun için kardeşine vurmak istiyorsun diye vuramazsın mesela. Eğer böyle bir öfke içindeysen, kardeşine eğer sinirleniyorsan ve vurmak istiyorsan, ona vurmak yerine oyuncağına ya da koltuğa vurabilirsin mesela. Bu bahsettiğimiz durum, Kardeş Rekabeti kitabında çok güzel anlatılıyor. “Kötü duygular çıkmadan, içeriye iyi duygular giremez” deniliyor. Yani çocuk o esnada sinirlendi ise, bu duyguyu bastırmamalı. Yetişkin bir insanın egosunu bile zedelerken bu, çocuk için 2 katı zarar demek. Bastırılmış duygular da zamanla kişiye zarar verir. O yüzden “davranış öğretmek” değil, çocuğu yönlendirmek önemli olan. Ve tabii arkasından da doğru olanı aktarmak, alt beyne inmek.. “Duygularını anlıyorum, seni anlıyorum” mesajı da vermek aynı zamanda. O yüzden, her ne kadar “ters” bir yönlendirme gibi gözükse de bu, vurmak isteyen bir çocuğa “kendini kontrol etmesini” öğrenene kadar ve alt beynini ikna edene kadar bu yöntem denenebilir. Çünkü bizde her zaman işe yarıyor ve psikoloğumuz Ezgi Nur Şahin de doğru bir yol izlediğimizi söylüyor. Duyguları bastırmayı öğrendik hep: “Uslu ol, sen büyüksün”, “sen küçüksün, yapma”, “sen daha akıllısın”, “öfkelenme bak, o çocuk” diyerek. Ama hiçbir zaman duygularımızı doğru bir şekilde ifade etmeyi öğrenemedik. Neden; işte bunları yapmadığımız için… Bastırılmış duygularını bir çocuk “en özgürce” ne zaman açığa çıkarabilir; ergenlik dönemine girdiği zaman. Kendi sözünün de dinlenebilirliğini gördükten sonra, fiziksel olarak daha güçlü olduğunu fark ettikten sonra ve daha güçlü olduğu zamanda. O döneme gelmeden önce, önceki bu dönemlerinde anlayarak dinlemek o yüzden çok önemli. İnsan, fıtratı gereği sevilmek, kabul görmek, saygı duyulmak ve onaylanmak ister. Eleştiri ise hiçbir zaman “suçlama ifadesi” ile yıkıcı şekilde değil, yapıcı şekilde yapılmalı. Davranış öğretmekten ziyade, ayna nöronların da etkisi ile bizi rol model almaları bu yüzden de önemli.
Senin yaşındayken ben de böyleydim: “Sen, yetersiz değilsin. Sen, beceriksiz değilsin. Ben de senin kadar bir çocukken, ben de senin gibi yapamıyordum. Ama sonra çok çalıştım. Kendime güvendim ve kendime inandım. Deneye deneye, yanıla yanıla ve hatta yanlış yapa yapa doğru sunaca ulaştım. Hem biliyor musun; yanlış yapmak da bir öğrenme çeşididir, bilen birini izlemek de bir öğrenme çeşididir. O yüzden yanlışlar ve denemeler seni başarıya götürecektir. ” Kendimden örnek vermek, çocuğun yetersizlik duygusuyla başa çıkabilmesi için, anne babanın da “mükemmel” olmadığını anlaması için – ki kendimizi kesinlikle böyle göstermemeliyiz – ve bir zamanlar anne babasının da çocuk olduğunu anlaması için sohbetin önemli bir detayıdır.
Bana yalan söyleme: Cümlelerin ve kuruluş şeklinin, iletişimde rolü büyüktür. Çünkü iki kişi aynı şeyden bahsetmelerine rağmen, birbirlerini yanlış ifadeler yüzünden yanlış anlayabilir; neticesinde de küslükler, kavgalar, kırgınlıklar, ayrılıklar yaşanabilir. Çocuk için de bu geçerlidir: “Yalan söyleme” derken suçlarız fakat “bana doğru söyle, lütfen” derken ise yol gösteririz. Güneş’le bir sohbetimizi daha aktarmak istiyorum: “Hani dün gece sana serum takılacakken sen ağlayarak iğne yapacaklar mı diye sormuştun. Serumu yapacak olan abla seni rahatlatmak için hayır dediğinde bile, sana hiçbir zaman yalan söylemeyeceğimi, hiçbir durumda seni asla kandırmayacağımı, serum takılırken iğne olacağını söylemiştim ve ablayı da uyarmıştım, hatırlıyor musun? Bunu niçin yapıyorum, biliyor musun? İnsanlara yalan söylersen, bir daha sana kimse güvenemez ve inanmaz. O yüzden her zaman doğru olanı söylemeliyiz. Ben sana dün gece iğne için yalan söyleseydim, bana bir daha güvenebilir miydin? O yüzden bana her zaman sen de doğruyu söyle. Güven duymak ve güven vermek, çok önemlidir. Ben de sana her zaman güveneceğimi biliyorum çünkü biz hep doğru olanı söyleriz. Her zaman.”
Övünülen şey muhakkak çocuğun çabası olmalı, kendisi değil. “Sen ne kadar güzel bir ressamsın, harika resimler çiziyorsun” değil, “resmine baktığım zaman kendimi huzurlu hissediyorum”, “yeşil renk arabaya çok yakışmış”, “bu resmi yaparken çok çalışmış olmalısın”,”resmine bakmak bana huzur veriyor” gibi; övgüler çocuğa değil, yapmış olduğu işe yönelik olmalıdır. “Başarsan da başaramasan da ben hep senin yanındayım. Böyle bir kaygı yaşama çünkü seni koşulsuz seviyorum. Önemli olan, senin mutlu olman. Her şeyi başarmak zorunda değilsin. Kimse mükemmel değildir. Tek yapman gereken kendine güvenmen ve daha çok çalışman.
Ayrıca, hayır diyebilmek ve kararlı olabilmek için nasıl yol izlediğime Çocuğa Karşı Kararlı Olmak mı Yoksa Otoriter Olmak mı? yazımdan da detaylıca ulaşabilirsiniz.
Konumuz çocukla iletişim ve amigdala olunca, kortizol ve frontal loba değinmemek de olmaz elbette. Frontal lob, bilinçli düşünmeden sorumlu olan beyin bölgesidir. Beynin ön tarafında bulunur ve gelişimi uzun süren bir bölümdür. Planlama, duygularını kontrol etme ve harekete dökme, empati kurabilme, muhakeme, dikkat ve konsantrasyon, benlik algısı, sabretme gibi birçok işlev burada gerçekleşir ve akademik başarıyla direkt alakası vardır. Nasıl ki bizim duygusal durumumuz frontal lobumuza etki ediyorsa, çocuğun frontal lobuna da etki etmektedir. Amigdalası rahatlamamış ya da öfke, kızgınlık, kırgınlık, travma gibi duygusal durumlarla karşı karşıya kalmış bir çocuğun başarı ya da konsantrasyonu olumsuz yönde etkilenebilir. Bu gibi konularda çocuğun duygu durumunu takip etmek ve eleştirmemek, çocuğa yardımcı olabilmek de önemlidir. Bu açıdan bakıldığında, ancak rahatlayan bir çocuk başarı, akademik başarı, dikkat ve konsantrasyonda ilerleme ve olumlu yönde gelişme sağlayabilir diyebiliriz. Duygusal durumu dikkate alınmayan ya da fark edilmeyen çocuğa karşı yapılan yıkıcı eleştiriler, çocuğun kendine olan güvenini de yitirmesine neden olabilecektir. Neticede, öğrendiğimiz her şey beyni aynı zamanda biyolojik olarak da değiştirir; yani frontal lobu ve amigdalayı… Amigdala ve frontal lobtaki bu değişiklikler de kortizol hormonunu etkileyecektir. Kortizol hormonu, stres için oldukça önemli bir hormondur çünkü vücudun strese gösterdiği tepkiyle ilişkilidir. Kan basıncını, şeker, kısırlık, bağışıklık sistemi gibi vücudun birçok alanına etki edebilir. Dolayısıyla duygularımız sadece beynimiz ve ruh sağlığımız açısından değil, vücut sağlığımız için de oldukça önemlidir.
İşte o yüzdendir ki çocukla konuşmak, ona yardımcı olmak, konuşurken dikkatli kelimeler seçmek, öfke kontrolünü sağlayabilmek ve nicesine bir video ve videoda neyi ne için dediğime değinerek, daha önceki yazılarımda da neye ne için değindiğimi ifade ederek anlatmaya çalıştım. Hep dediğim gibi; gülmek ve konuşmak, o kadar canlı arasında bir tek insanlara verilmiş. Bunun da muhakkak bir sebebi olmalı. Bu iki beceriyi en doğru şekilde kullanabilmemiz dileğimle.
Neşeli sohbetler diliyorum.
Yoruma kapalı.