Bu videoyu hatırlıyor musunuz? ↓↓↓↓
Bir de şu videoyu izleyin:↓↓↓↓
Bir de şu muhabbetimiz var Güneş’le bağırmak ve kızmak üzerine: ↓↓↓↓
Ve son olarak da bu: ↓↓↓↓
Gördüğünüz üzere, “bağırma canavarı” benim içimde de yaşıyor. Kendi yanlışlarımı da bir kez daha huzurlarınıza sunduğuma göre, sonrasında neler yaptığıma, nasıl telafi ettiğime, nasıl yol izlediğime ve bu konuyla ilgili neler öğrendiğime dair SWOT analizimize geçebiliriz 🙂
Öncelikle kişisel düşüncemi belirtmek isterim: Çocuğuyla vakit geçiren hiç kimse yoktur ki bence bağırmasın. Burada “bağırmak” derken asıl ifade etmek istediğim şey yalnızca sesinin yükselmesi değil; ebeveynin ses tonunu ayarlayamaması, öfkeyle karşılık vermesi, kendini regüle edememesi, mimik ve beden dili ile de kontrollü yaklaşamaması ve kriz anına her daim huzurla yanıt verebilmesi. Bu hep, gizleniyor bana göre. Ki bunun daha ergenlik dönemi de var 🙂 Gizlendikçe ve kişi çözüm bulabilmek yerine kendini suçlayıp, bir de üzerine herkesin “çocuklarıyla uyum içinde olduğunu görmesiyle” birlikte annenin kendini yetersiz hissetmesine neden oluyor. Ki, dediğim gibi; bence her zaman uyum içinde olunamıyor ve bence bu olağan bir durum.
Ben de diyorum ki: Evet, bağırmak kesinlikle yanlıştır. Bunu asla kimse savunamaz. Önemli olan ise bağırdıktan sonraki süreç ve annenin kendinin farkına varması. Bizim evde ses yükselmesi çok sık olmuyor, hatta çok nadir oluyor fakat sonuç itibariyle oluyor mu; evet oluyor. Çünkü neticede anne de bir bireydir. Annenin de duyguları vardır. Annenin de ruh hali o an karışıktır ya da belki de uykusuzdur gibi birçok neden sıralanabilir. Bunlar elbette bahane olmamalı fakat ebeveyn – çocuk arasında böyle bir kriz anı olduğunda ve “bağırıldığında” sonrası için nasıl yol izlenmelidir ve bu durumun tekrar etmemesi için neler yapılabilir, anne nasıl duygularını regüle edebilir; esasında en çok da bunları konuşmak istiyorum.Çünkü bağırma eylemi aslında çocukla değil, ebeveynin kendi ile ilgili bir durumdur. Suç sende değil, bende mantığının direkt karşılığı diyebiliriz. Bağırmayan ebeveyn nasıl olunur sorusundan önce, bağırdıktan sonra ne yapılabilir sorusuna dönmek isterim çünkü öncelikle bu durumla ilgili konuşmanın daha elzem olduğunu düşünüyorum.
Çok yakın bir dostuma, çocuklarına bağırdığı için çocuk gelişimi üzerine kitaplar aldım. Onları okuduğunda “ben iyi bir anne değilim, kendimden nefret ediyorum ve anladım ki aslında benim çocukluğumla ilgili çok ciddi travmalarım varmış meğer. Şimdi ben de kendi çocuklarıma annemin babamın bana davrandığı şekliyle, ben de onlara aynısını yaparak davranıyorum” demişti fakat regüle olmayı seçmediği için çocuklarıyla problemleri hala devam etmekte… Yani bilgiye ve farkındalığa ulaşmak tek başına çözüm değil, aynı zamanda kişinin çaba içinde olması ve gayretini kendi zihinsel ve ruhsal durumuna odaklanarak yol izlemesi gerektiğini düşünüyorum.
Konu çocuğuna bağırmak söz konusu olduğunda ve yukarıda bahsettiğim dostumun çocuklarıyla ilişkisine benzer ilişki içinde olan anneler, kriz anından sonra pişmanlık hissetmekle birlikte, kendilerini yetersiz de hissedebiliyorlar. Bu his bizi atağa geçirir ve gayret içinde olursak bu iyi bir anlam taşımaktadır fakat öte yandan kişi pes ederse ve bu duyguya teslim olursa, bu annenin hem kendine hem de çocuğuna ileriye dönük psikolojik açıdan zararlar verebilmesine neden olabilir. Oysaki az önce de ifade ettiğim gibi; ben çocuğuna bağırmayan bir annenin var olduğuna açıkçası inanmıyorum. Bağırılmasa bile muhakkak sinirlerine hakim olamadığı ve öfkelendiği durumlarla karşılaşılmıştır. Bu noktada annelerin üzerine çok fazla gelindiğini düşünüyorum ve “çocuğumla sürekli uyum içerisindeyim” ,”ben mükemmel bir ebeveynim” gibi verilen gizli mesajların yine kimi annelerimizin kendini yetersiz hissetmelerine neden olabileceğini düşünüyorum ama bu, doğru değildir. Kimse mükemmel değildir ve çoğu kişi belki de bu durumu gizler… Bahar Eriş’in de dediği gibi: Mükemmel ebeveynlik yoktur, yeterince iyi ebeveynlik vardır. Neticede anne de bağırdığında durumun bu şekilde sonuçlanmasının doğru olmadığını bilir fakat fiilen çıkış noktası bulamaz ise, hepten karamsarlığa kapılabilir. O yüzden “çocuğuna bağırma” demenin de ötesine geçilmeli, böyle bir durum yaşanıldı ise sonrasında neler yapılabilirin, nasıl düzeltilebilirin ve tekrarının olmaması için nasıl yol izlenilmesi gerektiğinden bahsedilmeli diye düşünüyorum, fikrimce.
Anne “kötü anne” hissine kapılmamak için, sorunu kendi iç dünyasında halletmeden, duygularını bastırarak veya öteleyerek hareket ederse, bir müddet sonra annede psikolojik problemler, yorgunluk, tahammülsüzlük gibi durumlar ortaya çıkabilir ve bu bir kısır döngüye girebilir. Oysaki asıl mesele anne çocuk ilişkisinde dengeli ve sağlıklı yaklaşmayı hedeflemek, annelere yardımcı olmak, çocukların daha huzurlu bir ortamda büyümelerini hedeflemek ise, çocuktan önce anneye odaklanılmalıdır. Zira iletişimde ilk kural annenin mutlu olabilmesi, kendini iyi hissetmesi ile gerçekleşir ve kilit anahtar tam da bu noktadadır. Dolayısıyla da çocuğa bağırmamak önemli fakat böyle bir durum söz konusu olmuşsa da, sonrasındaki iletişim daha da önemli ki çocukta travma etkisi ya da kopukluk söz konusu olmadan anne çocuk ahenkle iletişime tekrar girebilsin. Bu durumu daha iyi ifade edebilmek adına şimdi hayali bir senaryo yazalım ve biri huzurlu, diğeri ise öfkeli bir annenin yaklaşımını ele alalım:
İlk hikayemizde başkahramanımızın adı Mine olsun. Mine 4 yaşında. Sayfaya yıldız çizemediği için ağlıyor. Deniyor fakat bir türlü yıldız çizmeyi başaramıyor. Annesi Füsun Hanım Mine’nin elinden kalemi alıyor ve nasıl çizmesi gerektiğini anlatıyor. “Önce bu tarafa doğru eğik bir çizgi çizeceksin, sonra da bu tarafa doğru getireceksin. Sonra böyle, böyle ve böyleee. İşte bak oldu. Hadi şimdi sen de dene.” Mine tekrar kalemi eline alıyor ama tam olarak tekniğini anlayamadığı için, parmak kaslarını henüz aktif şekilde kullanamadığı için ve yeterince tecrübesi olmadığı için yine beceremiyor. Füsun Hanım tekrar gösteriyor ama bu kez iyice sinirlenmiş. Mine tekrar yapamıyor ve daha çok ağlıyor. Füsun Hanım bu kez bağırmaya başlıyor ve bu bağırışlara Mine’nin ağlayışları da eşlik ediyor. Füsun Hanım iyice öfkelendiği, kendine regüle edemediği ve kızgınlığının önüne geçemediği için iyice kontrolü kaybediyor ve bu kez hakaret sayabileceğimiz cümleler kurarak Mine’ye daha baskıcı davranıyor. Mine daha çok ağlamaya başlıyor ve ağlaması Füsun Hanım’ı daha çok sinirlendirdiği için susmasını söylüyor. Çocuk başaramamanın verdiği hüsranla birlikte eleştirildiği için daha çok kırılıyor, kaygı düzeyi artıyor ve kendini içsel olarak beceriksiz olarak tanımlıyor. Ayrıca, Mine oyuncaklarını toplarken oyuncak sepetine yerdeki topunu görmediği için koymadığında, annesi Füsun Hanım “bak burada top da var, onu da koy sepete” gibi yaklaşımlarla yanaştığı için, Mine’de mükemmelliyetçilik de başlamış durumda… En sonunda Mine kalemi fırlatıyor ve annesi de yıldız çizmeyi öğretmekten vazgeçiyor.
İkinci başkahramanımız da Aysun. Aysun da 4 yaşında. Yıldız çizmek istiyor ama başaramıyor ve ağlamaya başlıyor. Öyle ağlıyor ki, artık sakinleşecek durumda değil Aysun. Çünkü başaramadı ve defalarca denediği için yeteri kadar çalıştığını düşünüyor. O esnada Sinem Hanım içeriye giriyor ve Aysun’a “yardıma ihtiyacın var mı tatlım?” diye soruyor. İlk önce çocuğa bu teklifte bulunuyor. Aysun yıldız çizmeyi başaramadığını ve ona yardım edebileceğini söylediğinde Sinem Hanım Aysun’la göz hizasında olacak şekilde yanına oturuyor. “Evet, yıldız çizebilmek biraz zordur ve bunun için daha çok denemen gerekebilir. Ben de çocukken yıldız çizmekte çok zorlanırdım ve sinirlenirdim. Başaramadığımı düşünürdüm fakat zamanla, denedikçe, çalıştıkça, kendime inandıkça ve güvendikçe bunu başarmıştım. İstersen bir de ben çizeyim ve sen de beni izle. Öğrenmenin bir yolu da izlemektir, biliyor musun?” diyor ve kalemi eline alıyor. “Bak şimdi tatlım: İlk önce üçgen çizer gibi buradan şuraya kadar bir eğik çizgi çiziyorum. Sonra da üçgenin öteki kenarını bu şekilde çiziyorum. Sonra, üçgeni tamamlamak yerine çizgiyi bu tarafa kaydırıyorum, sonra bu tarafa, sonra da bu tarafa. Bak, uçları birleştirdim şimdi de. İşte bu kadar. Bir kez daha çizmemi ister misin yoksa denemek mi istersin?” Aysun bir kez daha deniyor ve başaramıyor. Öfleyip püflüyor. Sinem Hanım sakin olması gerektiğini, sadece odaklanmasını, bunu bir oyun olarak düşünmesini söylüyor ve problem çözme becerisini geliştirmesi için bu sayede fırsat da sunmuş oluyor. Birkaç deneme daha yapıyor Aysun ve uzun denemelerden sonra başarıyor. Annesi ile birlikte çok seviniyorlar. Sinem Hanım kızı her ağlamak istediğinde, çocuğun ağlamasını susturmuyor. Çocuk içindeki o duyguyu atarak aynı zamanda da rahatlıyor. Yıldız denemelerinde çocuk her yanlış çizdiğinde, mükemmel bir sonuç elde etmesi için “hayır, buraya böyle çizeceksin” diye yönlendirmek yerine, “evet, yıldız çizmeyi yeni öğrenen biri için gayet başarılı. Bence biraz daha çalıştığında tam bir yıldız çizmiş olacaksın” diye yönlendirip Aysun’a destek oluyor. Aysun’un mükemmel olmak gibi bir kaygısı olmadığı için stresi ve hedefi de daha isabetli oluyor. Ayrıca Sinem Hanım Aysun odasını topladığında gözden kaçırdığı ve yerde duran topa odaklanmak yerine, çocuk odasını topladığı için çocuğun başarısına odaklanıyor ve çocuğun kendisini değil, çabasını övüyor. Çabasını övdüğü için de çocuk daha uyumlu oluyor ve olaya artı yönünden bakılıyor. Bu iki örneği daha iyi pekiştirebilmek için Beni Dinlemene İhtiyacım Var Anne yazıma, hemen şimdi ara geçiş yapın lütfen. Çünkü bu yazımda Güneş’le videolu olarak anlatımımız var. Bağırma konusunu anlatmadan önce, bu yazıyı özellikle paylaştım. Çünkü Sinem Hanım ve Aysun’un karşılıklı sohbetine ve yönlendirmelerine hem yazı içindeki videodan hem de yazıdaki açıklamalardan detaylıca ulaşacaksınızdır.
Beni Dinlemene İhtiyacım Var Anne yazısını okuduysanız, şimdi kaldığımız yerden devam edelim 🙂
Füsun Hanım ve Mine’ye dönecek olursak: Aralarında iletişim problemi yaşandı ve her iki taraf da kırgın ve öfkeli. Peki bu durumda Füsun Hanım ne yapmalı?
Mine sürekli bastırıldığı, bağırıldığı, hakaret edildiği, eleştirildiği, onaylanmadığı, duygularını ifade edilmesine izin verilmediği ve duygu durumu analiz edilmediği için kendini yetersiz, güvensiz, içine kapanık, kimi zaman öfkeli ve muhtemelen ergenlik dönemi daha zor geçecek fakat Füsun Hanım artık daha farklı bir yol izlemeye başlayacağı için, Mine de tüm bu olasılıkları minimuma indirmiş olacak. Çünkü az sonra Füsun Hanım gerginliğini atıyor. Mine’ye bağırdığı ve hatta söylediği sözler için gerçekten çok pişman fakat kendine de engel olamıyor (İleride kendine engel olacak çünkü farkındalığı artıyor ve çocuğuyla arasında daha sağlıklı iletişim olması için kendi içine dönmesi gerektiğinin bilincine varacak). Bu kez Mine’nin iyice ağlamasına müsaade ediyor ve onu bir müddet yalnız bırakıyor. Mine iyice sakinleştikten sonra Füsun Hanım odasına giriyor ama öncesinde muhakkak kapısını tıklatıyor çünkü çocuğunun özel alanında, ona saygı duyması gerektiğinin bilincinde. Mine gel dedikten sonra göz hizasında oturuyorlar. İlk sözü Füsun Hanım alıyor. “Yıldız çizerken başaramadığın için kaygılı ve üzgündün, biliyorum. Aynı zamanda öfken de arttı ve başaramadığın için kendini suçluyor ve inanmıyor da olabilirsin… Ben de ilk yıldız çizdiğim zamanları hatırlıyorum. Hiç becerememiştim ve bu bana çok zor gelmişti. Bunu asla başaramayacağımı düşünmüştüm ama sonra çalışa çalışa bir baktım ki ben de yıldız çiziyorum. Ve anladım ki kendime güvenirsem, pes etmezsem ve çalışırsam bunu muhakkak başarırım. Sen de başaracaksın, kaygılanma. Kendine güven ve bunu oyuna çevir. Yıldız çizmece, yıldız öğrenmece olsun mesela oyunumuzun adı. Yenmek ya da yenilmek yok. Benim için önemli olan senin ne hissettiğin ve mutlu olup olmadığın. Aynı zamanda da çaban benim için önemli olan. Ayrıca sana bağırdığım için ve o kötü sözleri söylediğim için lütfen beni affet. Çünkü o şekilde davranmamalıydım. Sen bana davransaydın, ben çok üzülürdüm. O yüzden eminim sen de çok üzüldün…” Bunun üzerine Mine ve annesi birbirlerine sarılıyorlar ve Füsun Hanım odağını çocuğuna değil, kendine yönlendirip çareler arıyor. Sonunda da özellikle de şu kitaplara ulaşıyor:
Psikolog bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine “Sarıldığımız Gün”, “Minikler İçin Meditasyon” ve “Işığın Yolu” kitaplarını okumuştum.
Sarıldığımız Gün kitabında çocuğun ruh halinin öfkeli olduğu zaman dilimlerinde, gününün aksi geçtiği ve kızgın olduğu zamanlarda ailesinin nasıl yaklaştığını ve doğru davranış biçimlerini çok güzel ifade eden, kısa bir hikaye kitabı. Bu kitap hem bana rehber oldu, hem de küçük bir hikaye kitabı olduğu için Güneş’le birlikte okuduğumuz zamanlarda, sonrası için Güneş’in de olumlu davranış modelleri izlemesini sağladı. Kızgınlık ve öfke anlarında “hadi anne, kitaptaki gibi birbirimize sarılmalıyız” diyor. Bunu kimi zaman ben Güneş’e, kimi zaman da Güneş bana hatırlatıyor. O açıdan bu kitap ebeveyn çocuk ilişkisinde iyi bir sohbet ve iletişim aracı, öte yandan ilişkinin her iki tarafı için de yol gösterici nitelikte.
Minikler İçin Meditasyon kitabında ise çocuğun hayal etme, odaklanma, nefesi doğru kullanma gibi teknik uygulamalarla birlikte rahatlamasını sağlayan bir kitap. Bu kitabı genellikle uykudan önce okumaya çalışıyorum çünkü meditasyon sonrası uykuya dalması ve daha huzurla uyuması kolaylaşıyor.
Işığın Yolu kitabı ise, hem çocuk psikolojisini hem de ebeveynin nasıl yol izlemesi gerektiğini çok güzel ifade eden, Işık’ın annesi Ayşenur’un hayatından kesitler anlatan bir kitap. Bu kitap sayesinde kişi nasıl kendini regüle eder; çok daha iyi idrak ettim. Güvenli bağlanma ve insan ilişkilerine dair de çok güzel mesajlar veriyor ayrıca.
Anne ile çocuk arasında gergin dakikalar yaşandı ise anne rahatlıkla çocuğuna “şu an çok sinirliyim” gibi duygularını saklamadan ifade etmesi önemlidir fakat hep dediğim gibi; sözlü iletişime ek olarak beden dili de çok önemlidir ve bu açıdan da iletişimi sağlıkla sürdürmek gerekir. Çocuğun duygularını anlayabilmek, yaşının çocuk üzerindeki etkilerinin bilincinde olmak, duygusal durumunu anlamak, travma ya da üzüntüsü varsa bunu analiz ederek yaklaşmak ve benlik oluşumunu düşünmek, annenin sakinliğini koruyabilmesi açısından önemlidir. Bunu başarabilmek de bence empati ile mümkün olur. Çocuğun stresini anlayabilmek, duygusuyla başa çıkabilmesinin farkında olmasını sağlamak, “helikopter ebeveyn” olarak yaklaşmadan rehberlik edebilmek önemlidir.
Bahar Eriş’in yazılarından edindiğim bilgilerine göre 4 temel ebeveynlik tutumu vardır. Tabii ki herkesin bu kategorilerden birine tamamen uyması mümkün değil fakat bize bir fikir verebilir. Bu dört temel ebeveynlik çeşiti; Otoriter ebeveynlik, müsamahakar ebeveynlik, ihmalkar ebeveynlik ve demokratik ebeveynlik olarak adlandırılıyor.
Otoriter ebeveynler; çocuğunu sürekli eleştirir, hatalara ve olumsuz düşüncelere odaklanır, bebeğin omzuna gerçek dışı beklentiler yükler, sevgisini gösterme konusunda mesafelidir ve sevgisini koşullara bağlar. Bunun sonucunda da çocuk; mükemmel olmaya çalışır, hata yapmaktan korkar, gergin bir duyguya sahip olur, başka insanlardan onay almaya ihtiyaç duyar ve liderden çok takipçi konumundadırlar.
Müsamahakar ebeveynlerde ise bebekler ailenin patronu konumundadırlar, bebeğe hiçbir sınır koymazlar ve bebeğin her istediğini anında yerine getirme eğilimindedirler. Bunun sonucunda da çocuk; uyum sorunu yaşayabilir, talepkar ve mızmız olabilir, özsaygısı düşük bir birey olabilir.
İhmalkar ebeyevnler ise en olumsuz olandır. Ebeveyn bebeğin yalnızca fiziksel ihtiyaçlarını karşılar, bebeğe sıcaklık ve sevgi vermez ve bebeğe olan davranışları tutarsızlık gösterir. İhmalkar ebeveynlerin çocukları da yalnız olduklarını düşünür ve bazen erken yaşta çok fazla sorumluluk almak durumunda kalabilirlermiş. Aile içerisinde bebekle ilgilenecek başka birinin varlığı önemli hale gelebilirmiş.
Demokratik ebeveynler ise sıcak, sevgi dolu, sınır koyan ve açık iletişim kuran ebeveynlerdir. Gelişim odaklılardır. Mümkün olduğunca bebeğin ihtiyaçlarını takip etmeye ve onu anlamaya çalışırlar. Demokratik ebeveynlerin çocukları daha dirençli, özsaygıları daha yüksek, çevre tarafından sevilen/sayılan ve daha mutlu, daha başarılı bireyler olurlar imiş.
Ebeveynlikte tabii ki hatalar olacak. Hataları düzeltmeye çalışalım ve en sonunda kendimizi affedelim diye ekliyor ayrıca Bahar Eriş.
Şiddet çeşitlerine Duygusal Şiddet yazımda yer vermiştim. Çocuğa vurmak, hakaret etmek, bağırmak, bazen sert bakmak, bazen beden dilinizle olumsuz dönmek de bir şiddet çeşididir ve ben bu konuda anneye hak vermesem de, anneyi anlayarak şunları da aktarmak istiyorum:
Sabır, vücudumuzdaki kaslarımız gibidir. Üzerinde çalıştıkça geliştiririz, biçim veririz ve bu eylemi gerçekleştirebiliriz; tıpkı spor yaparak geliştirdiğimiz kaslarımız gibi. Eğitilmeye en müsait ve en zor durumlardan biridir sabır göstermek. Göbek kaslarına benzer. Üzerinde çalışmazsan, göbeğimizin şekerli bir viseral yağa dönüşmesine benzer sabırsızlığın etkisi. Üzerinde çalışır isen de şeker yerine baklava görünümlü bir göbeğe dönüşüverir. Sabra çalışırken de sabırlık olmak gerek. Hataların her birini bir adet mekik olarak görmek gerek. Bırakın, yemeğin tadı bugün fazla tuzlu olsun. Yılmak yerine çaba gösterdikçe yemeğin tadı aşçı şef elinden çıkmışa dönüşecek. Bırakın, çocuğunuz bugün tabağındaki yemeği yere döksün. Kendi yemeyi öğrendikçe sizin gibi yiyecek ve bırakın, bugün siz de düşün! Düşe düşe kalkmayı öğreneceğiz. Yeter ki çabada kalalım, yeter ki kendimize inanalım ve sabır kasımızı çalıştıralım. Ne de olsa çıktığımız yolda biraz tuzlu yemek nedir; öğrenecek, biraz tabaktakiler yere dökülecek ve düşe kalka dik durmayı öğreneceğiz. Mekik çekmek nasıl sabırla bize baklava karnı sunuyorsa, sabırla çaba göstermek de baklava görünümlü göbek gibi bize lezzetli sonuçlar sunacak. Başka annelerle kendimizi kıyaslamadan, kendimizi baskı altında hissetmeden ve başkaların mekiğine değil, kendi mekiğimize odaklanarak yol izledikçe değişimin gücü bizi potansiyelimizin en güçlü haline getirecek….
Çocukla sağlıklı iletişim kurma anlamında yol gösterici olan bir kitap daha var ki o da Bağırmayan Anne Baba Olmak kitabı. Yazarı Hal Edward Runkel. Oldukça akıcı bir kitap ve çok güzel ifadelerde bulunuyor.
Kitabın yazılma amacı; çocuklarımızla ilişkimizden başlayarak, dünyayı tek tek, ilişki ilişki sakinleştirmek. Uyum, neşe ve karşılıklı saygı dolu ilişkiler kurmanın kilit noktalarından bahsediyor. Tam olarak benim felsefem… Tüm yapmamız gerekenin sakin kalmayı başarabilmek olduğunu ifade ediyor ve bu noktada çok da başarılı bence.
Ve çocuktan ziyade, ebeveyne odaklıyor konuyu. Çünkü ebeveynin bunu başarabilmesi gerektiğini ve bunun da aslında zor olmadığını söylüyor. Yine hemfikir olduğum bir konu da fedakarlık. Ben kimi zaman sosyal medyada “fedakar olmayın” dediğimde, kimi anneler neyi ifade etmek istediğimi tam anlamıyor ve hatta karşı çıkıyorlar. Oysaki konu oldukça derin ve mühim. Sanılıyor ki fedakar olma derken bencil olmaktan bahsediyorum. Aslında bencillikle hiçbir alakası yok… İlişkilerde sağlıklı bir iletişim izlemek istiyorsak, öncelikle kendimizle olan ilişkimizi düzeltmeliyiz ve aslında çoğumuz da kendimizle olan kavga ya da sorunumuzun farkında bile değiliz. Bu anlamda Tüm Mesele Senle Sen Arasında yazımı da lütfen okuyun. Fedakar olmak, kendinden ödün vermektir. Daha da detaylı açıklamam gerekirse şöyle ifade etmeye çalışayım:
Kendi sınırlarımızı koyabilmeli, kendi değerimizin farkına varabilmeli, karşı tarafı kırmamak ya da üzmemek için onlara hayır diyememeyi seçtiğimizde aslında kendimizi ezdiğimizi fark etmeliyiz. Ve unutmamalıyız ki; bugün ben yaşıyorsam ve benim varlığım sayesinde birileri evlat, birileri eş, birileri kardeş, birileri arkadaş, birileri anne ve birileri baba. Ben olmadığımda bu kişilere böyle sıfatlar yüklenilmeyecek çünkü ben olmadığımda onlar için de bu anlamlar olmayacak. Dolayısıyla ben değerliyim ki birilerini anne, baba, eş, arkadaş, evlat yapabiliyorum ve ben değerliyim çünkü O’nun ruhundan üflenmişim… Kendimi sevmemem, değersiz hissetmem, sınır koymamam, küçük görmem; bence O’nu da üzecektir çünkü O’nun ruhundan üflenmişim… Bu kibir değil elbette, bencillik de değil. Sadece fark ediş, uyanış, kendini anlayış. Annelik fedakarlıktır sözüne de katılmıyorum. Elbette bir insan bize emanet verilmiş. Ona elimizden geldiğince en iyi şekilde rehber olacağız. Onu kollayacağız. Önceliğimiz o emanet ve canımızdan çok sevdiğimiz insan olacak ve yaşam şartlarımızı o minik insana göre şekillendireceğiz. Gerekirse uykusuz kalacağız, sütümüzle besleyeceğiz, kendimiz giyemesek de ona giydireceğiz, kendimiz yiyemesek de ona yedireceğiz ve tüm imkan ve şartlarımızı onun için en iyi şekilde kullanmaya çalışacağız. Fakat bunun adı fedakarlık değildir. Bunun adı anneliktir. Anne olmak özeldir. Anne olmak O’nun bize sunduğu en güzel hediyedir. O’nun aşkına en yakın aşktır… Umarım ne demek istediğimi yeterince ifade edebilmişimdir, bunu gönülden diliyorum.
Yine kitapta der ki: Bağırmayan bir ebeveyn olmak zorlu bir yolculuktur, kendinizle ve ilişkilerinizle ilgili gerçeklerle yüzleşmeniz gerekir. Anne babalık yapmak çocuklarla ilgili değil, ebeveynle ilgilidir. Çocuklarınız için yapabileceğiniz en harika şey kendinize odaklanmayı öğrenmektir. Kendinize odaklanarak ailenizin bütün üyeleriyle daha mutlu ve sağlıklı bir bağ kuracağımızı söylüyor.
Yine blogumda çoğu kez bahsettiğim “davranış öğretmeme, ikna etme” konusunu ve “kararlı olma” konusunu da ele almış kitap ki benim de bu yazılarıma lütfen bakın derim.
Kısacası derim ki bu kitabı muhakkak okuyun, aynı zamanda da Kardeş Rekabeti kitabını da. Naçizane, hepsi aslında birbirleriyle iç içe olan blog yazılarım var burada. Onları da okumanızı gönülden dilerim çünkü gerçekten de birbirleriyle bağlantılılar. Bundan bir sonraki yazımda da, bu konuya ek olarak yazacağım bir detay var: Annenin kendine odaklanması ile ilgili. Yazının uzun olduğunun farkındayım. O yüzden 3 kısıma ayırdım. Birincisi Beni Dinlemene İhtiyacım Var Anne yazım, ikincisi bu yazım ve üçüncüsü de bir sonraki yazı.
Mümkün olabildiğince aktarmaya çalıştım. Tüm kadınlarımızı ve evlatlarımızı sevgimle kucaklıyorum.
Ve son olarak, bir anneye ilettiğim maili burada size de sunmak istiyorum:
Merhaba XXX Hanım,
Şunu hep söylemeye çalışıyorum aslında ki Güneş’in kelbimi kırdın videolarını bilirsiniz. Aslında oralarda Güneş’e bağırdığım için öyle üzüldü. Demek istediğim şu; hepimiz kusurluyuz ve hiçbirimiz mükemmel değiliz. Elbette sürekli çocuğuma bağırmıyorum, onlara şiddet uygulamıyorum fakat yeri geliyor ve ben de bağırıyorum. Önemli olan hata yapmak değil, hatadan sonra telafiyi oluşturmak.
Çocuk gelişiminde çok iyi anladım ki; ona dokunmak, sevgini sunmak, gözlerinin içine bakarak konuşmak, göz hizasında konuşmak, ona kendi duygularımızdan bahsetmek, onun hangi duyguları hissettiğini ona söylemek, çocuğa gerçekten de saygı duymak, onu dinlemek, otoriter mi yoksa kararlı mı olmak arasındaki ince çizgiyi kurmak, yeri geldiğinde özür dilemek ve bizim de hata yapabileceğimizi çocuğa hissettirmek çok önemli.
Babam çok sinirli bir insan. Dayak yemedik ama bakışlarındaki ifade benim için yeterli idi ki bunun adı psikolojik şiddettir. Dolayısıyla çocuk anne babadan ne görürse ileride çok çok yüksek ihtimalle ebeveyni gibi olur, ben de öyle oldum zamanla… Çocuklarıma yansıtmadım şükür, o zamana kadar kendimi iyileştirebildim şükür ama öncesinde oldukça sinirli ve öfkeli bir yapım vardı. Özellikle de ergenlik dönemimden sonra. Oldukça sinirli, çabuk ağlayan, hayatta sürekli mutsuz olan, isyan eden ve ailesinden uzaklaşan bir kız çocuğuna dönüştüm. Sonra kişisel gelişim kitapları ve çocuk psikolojisi üzerine birçok kitap okudum ve kitaplar sayesinde (kitapla iyileşmeye bibliyoterapi denir) önce kendimi tanıdım, kendimi sevdim, kendimi kabul ettim, nerelerde ne gibi hatalarım varsa onları analiz etmeye gayret gösterdim, egomu tanıdım, fedakar olmakla iyi olmak arasındaki ince çizgiyi ayırt edip iyi olmayı tercih ettim ve gelişmek için elimden geleni yapmaya gayret ettim. Çocuk gelişimi kitapları okurken aslında bir yandan da hiç farkında olmadan kendimi iyileştirdim. En önemlisi de geçmişte yaşanılanları affetmek. Gerek kendinizi, gerekse karşınızdakini. Bunu başarabildiğiniz an omuzlarınızdaki yükün ne denli hafiflediğini ve gerçekten huzurun ne olduğunu daha iyi idrak ediyorsunuz. Adem Güneş’in kitaplarını bu anlamda tavsiye ederim. Benim zihnimi açtı. Bir de Nilüfer Devecigil’in Işığın Yolu kitabını muhakkak okuyun. Çocuğunuza nasıl davranırsanız zamanla o da ona dönüşecek, bunun bilincinde olun ve ona göre davranın. Işığın Yolu kitabında kendini regüle etmekten bahsediyor. Regüle etmeyi öğrenebilme adına o kitabı mutlaka okuyun derim. Size iyi geleceğini düşünüyorum. Çünkü kendine hakim olma yolunda bana çok şey kattığını söyleyebilirim bu kitabın da.
Küçük çocuklu bir kadına kendine zaman ayır demekle ayıp etmiş olurum belki, biliyorum ama bunu söylemek zorundayım ve siz de kendinize iyi kötü vakit ayırmak zorundasınız ki kendinizi toplayabilesiniz. Çünkü insan kendine de zaman ayırmak, kendiyle de ilgilenmek istiyor. Bunun için çocuğunuzdan ayrı vakit geçirmeye de gerek yok üstelik. Onu ana kucağına yerleştirip yürüyüşe çıkabilirsiniz. Yürüyüş hem zihninize hem de bedeninize çok iyi gelecektir. Mümkün olduğunca yeşillik alanları tercih edin derim. Çünkü doğa, bizim genlerimizden atalarımızdan gelen ve aslında ait olduğumuz yer. Yeşillik, toprak, temiz hava. En azından bir parka gidin mesela. Hobilerinizi uygulayın. Sizi iyi hissettirecekse makyaj yapın. Eğer mümkün ise yeni bir kıyafet alın. Ama muhakkak kendiniz için bir şeyler yapın.
Bağırdığımda şunu söylüyorum Güneş’e: İnsanlar bazen sinirli olabilir. Hatta anneler bile hata yapabilir, yanlış yapabilir. Ama biz konuşarak her şeyi halledelim. Mesela bağırdığım zaman beni uyar ya da seni kırdıysam, üzdüysem benimle muhakkak paylaş. Böyle diye diye en sonunda “anne seninle özel bir şey konuşalım mı şurada” diye beni çağırmaya başladı. Konuşurken göz hizasında, gözlerinin içine bakarak, ona duygularımdan ve ne hissettiğimden, ne düşündüğümden bahsederek konuşuyorum ve özür diliyorum. Benimle paylaştığı için de teşekkür ediyorum.
Son olarak, lütfen kendinizi yetersiz anne görmeyiniz. Hepimiz de yeterliyiz ve iyiyiz. Hatalarsa hepimiz içindir. Önemli olan doğru olabilmek için niyet etmek, tevekkül etmek, kendini tanımaya gayret etmek ve kendini iyileştirmek. Evladınız sizi çok seviyor. Bu şartlanmış bir sevgi değil, siz sevilmeye layık olduğunuz için size ithaflandırılmış bir sevgi.
BirAnneTavsiyesi.Com adresimdeki şu yazılarımı okumanızı da tavsiye ederim naçizane:
Kendini İyileştir
Seninle Sohbete Geldim
Çocuğa Karşı Otoriter Mi Yoksa Kararlı Olmak Mı?
Çocuğa Büyüdüğünü Hissettirmek
Anne Çocuk İlişkisi
Ağlayan Çocukla İletişim
Kucaklıyorum sizi, Sevgilerimle çok
Yoruma kapalı.