Ağaca Sarılmanın Faydaları (Tree Hugging)

Shirin Yoku deyimini duymuş muydunuz hiç? Japonca’da Orman Banyosu anlamına gelen Shirin Yoku ormanın havasından, kokusundan, bitkisinden, güneşinden, sesinden keyif alarak kendini kaybetmek demek. Shirin Yoku ormanda koşu, yürüyüş, piknik gibi herhangi bir amaç olmadan, amaçsızca bulunmaktır ve orman banyosuyla birlikte adeta duygularımızın hepsi bir bir açılır, kopan bağımızı yeniden kurmuş oluruz. Ardından görürüz ki stresimiz, kaygımız, korkularımız gitmiş, yerine düşünebilen bir zihin gelmiş. Enerjimiz tüm canlılığıyla bizi yükseltmiş.

İşte siz de mümkün olabildiğince ağaçlar arasında böyle amaçsızca yürüyün. Doğanın nimetlerini sadece göz değil, gönül de görür. Göz bedenin iken, gönül ruhun gözüdür. En yatıştırıcı ilaç, en iyi öğreti, en sağlıklı beslenme doğanın hayat damarlarında gizli.  Yeşil şifadır, yeşile bakmak şifadır. Ameliyathanelerde bile yeşilin tercih edilmesinin asıl nedeni budur aslında.

Haydi, gelin o zaman bu kez de doğanın tohumu gibi insanın tohumu olan cenini anne karnında konuşturalım. Belli bir vakitten sonra İnsan’a dönüşecek ceninin söz sofrasından payımıza düşeni alalım:

“Burası karanlık bir tarladır ey misafir. Görüneni görmek için ışık,  görünmeyeni görmek için kor gerekir. İşte ben, Vedûd koruyla Yaradan’dan üflenen ruhumla, rahim tarlasında Dünya misafiriyim.

Cemre önce havaya, sonra suya, en sonunda da toprağa düşer. Ben de benim doğumuma vesile olacak anamın babamın aşk koruyla önce hayallerine cemre indim, sonra su ile anamın rahmine döllendim. En son da rahim toprağını ısıtacak Vedûd koru misali rahmine düşüp yeşerdim. Rahimde bilgeyimdir ben. Üç karanlık evreden geçerken, hiçliğin içindeki varlığın şahidi olurum ben. Görebilene ise kanıt. Kâinatın temsili olan insan sülalesinin tomurcuğuyum ben. Yani anlayacağın, rahim toprağından dünya toprağına bir yolcuyum ben. Bir inci tanesinden can bulmuş koca kâinat gibi, bir inci tanesinde can bulup döllenmiş bir minik insan tanesiyim ben.

Varoluşumun ve varoluşunun bilgeliğini yalnız bedenî değil, ruhî olarak da ara. Çünkü İnsan’ı tanımak istiyorsak, bütüncül olarak bak yaratılana. Bütünüyle bakmazsan, araştırıp yaklaşmak istediğin şey, giderek uzaklaştığın olur. Şekilcilikte kalırsın. Parada, mevkide, güzellikte anlam bulmaya çalışırsın. Huzuru mutluluk sanır, doymadıkça da bu tuzaklarda oyalanırsın. Ardından yavaş yavaş kibir tuzağına yaklaşırsın. On milyarlarca insandan yalnızca bir tanesiyken, on milyarların çoğunu küçümser, kendini ayrıcalıklı, akıllı sanırsın. Eğer günün birinde kendini daha üstün ya da daha aşağıda hissedersen; herkesin her sabah tuvalete gittiğini hatırla. Bu kadar basit bir hatırlama senin ne daha üstün ne de daha alçak olduğunu hatırlatır sana.

Tatlı bir illüzyon bu. Hepimiz doğmak için birbirimize vesileyiz. Bu vesile ile birbirimizi sahiplenir, birbirimizi severiz. Bir bebeğin doğumuyla birlikte birileri anne, birileri baba, birileri teyze, birileri hala olacak. O bebeğin varlığı birilerini teyze – hala – anne – baba yaparken, öte yandan sevgiyle kendine bağlayacak. İşte bir tuzak da burada olacak: Sevgide de dengeli olmayı bileceksin. Sevgide de had aşmak olur mu; evet olacak. İnsanlar sevgiyle sınırı karıştıracak ve sevgide sırayı da karıştıracak. Ne olursan ol; üflenileni üfleyenden çok sevme! Doğmasına vesile olduğunu, sana can verenin önüne geçirme. O emanet ki cenin; ne kadar kıymetli, ne kadar merhamet seliyle kokusunu çeke çeke sevdiğin. Kutsal bir emanete kutsal bir görevde olduğunu hatırlayarak, şükürle kucağında cenneti kokladığın bebeğin olacak. Güvendiğin yerden sınanırsın ey insan. Sen kendini bildim sanırsın ama duygularının derinliklerinde, genlerinden gelen geçmiş yaşam birikintinde bir sürü bilmediğin, gölge karakterin uyur içinde sessizce. Oldum dediğin yerde, yeni bir uyuyan uyanır da içinde, sen bile tanıyamayacak, yapmam dediğin şeyleri yapacak haller içinde izlersin kendini hayretle.  İşte o yüzden sevgide de, güvende de dengeyi bil ey insan. Güvendiğin yerden sınanırsın. Ana, oğul, baba, para, mevki, şöhret, sevgi, akıl, bilgi; neye güvenirsen oradan ve neyi çok seversen ondan sınanırsın. Güveninde ve sevginde yaratanına had aşma. Sevmeyi bil insan; sınırda, sırada, güvende, lütufta dengeyi şaşma.

İstediğim kadar sana anlatmaya çalışayım ey insan. Dilim kuruyuncaya dek izah da etsem, ancak kendi zihnin kadarıyla anlarsın. ‘Anlam’ o yüzdendir ki herkes için değişir. Ve dediklerimi anlayabilmen için önce büyümen gerekir. Ne alanda, ne konuda eksik varsa sende, oradan başlarsın büyümeye. Sevgi ihtiyacı karşılanmamış bir insan en çok sevilmek adına bu hayatta başlar acı deneyimlere. Çünkü onda o yoktur ve onun olması için olmayan yerden yanması şarttır. Rahimde herkes yurdunun efendisi iken, dünyada sınandığı duygunun kölesi olur; taa ki içinde yok olan var olana dek. Toprağında tomurcuklansın yeter ki tohumun. Doğum sancısı hiç bitmez sanırken, doğmuştur filizlenen tohumda yoktan var olan kutsal emanet.

Burası karanlık bir tarladır ey misafir.  Doğduğumda sonlanacak bilgeliğim, benden alınıp annemin sevgisine katılacak. Bana nasıl bakacağına dair boşuna telaşlanma o yüzden. Korkak yaratılışlı tavuk bile anne olunca nasıl cesursa, sen de yaratılışından gelen aynı bilgelikle hazırlayacaksın beni hayata. Bunun için özellikle bir şey yapmana gerek yok. Sadece güven duyman yeterli. Ardından kendiliğinden olacak sevgin, sınırın, merhametin, aklın, sesin, sütün. Kalbinin meyvesi, bir küçük insan tanesi. Rahim cennetten sevgilerimle.”

Konumuz ağaçlara sarılmak iken nereden geldik cenine diyebilirsiniz. Oysaki anlamı anlamak için varlığın bütününe bakmak lazım. İnsan; kabaca bahsetmek gerekirse iki farklı alanın birleşimiyle oluşmuş bir varlıktır. Biri somut, diğeri soyut; biri beden, diğeri ruh. Psişe sağlığı da bu nedenle önemlidir. Beden; dünyanın bir parçasıdır. Dolayısıyla dünyaya ait olan, adına doğal ve doğa dediğimiz maddelerle sağlıklı olur. Yapay olmayanın bu kadar kıymetli olması, öte yandan da yapay olmayanı bulmanın zorlaşması da bu nedenledir… O halde bedenimi beslemem için toprakta doğal yetişene, toprağa ihtiyacım var. Ruhumu beslemek için de ruhumun üflenildiği o Yüce’ye ibadet etmeye, dua etmeye, onu zikretmeye. Burada mevzu inanç gibi gözükebilir lakin eşyanın hakikati misali insanın hakikati de budur…

Peki, insan iki ayrı parçanın birleşimi ise, o halde iki parçayı ayrı mı düşünmeliyim: Hayır! Holistik olarak baktığımızda ruh – beden – zihin hepsi birbirinden etkilenir ve etkileşim halindedir. Doğanın iyileştirici etkisini, ağaçların muhteşem kadim bilgeliğini görmek, görmekle birlikte tatmak da bizim gıdamızdır. Gıdadan mahrum kalmamak için gözümüz mümkün olabildiğinde yeşili görmeli, yeşile temas etmeli, yeşilin doğal ve oynanmamış tohumlarından tüketmeli ve kendinin aslında doğa ile nasıl bir bütün olduğunu o andan itibaren deneyimleyerek, yaşayarak ve hissederek görmeli. Tüm bunların hepsi elimizden alınmaya çalışılırken üstelik…

Daha iyi ifade edebilmek için Shirin Yoku gibi bir başka terimden daha bahsetmemiz gerekli. O da Miselyum’un ta kendisidir. Miselyum; bir nevi yer altındaki doğal bir nöral ağdır. Öyle ki trilyonlarca uzantıları vardır ve bitkilerin hem besin hem de birbiriyle “bilgi” paylaşmasını sağlayan bir yapıdır. Ayaklarımızın altında çiğnediğimiz her toprak parçasında miselyumun kıymetli bir damar ağına da değiyoruz aslında. Beton ormanlarının arasında bunu hissetmek pek mümkün değil lakin tüm bu görünmeyen savaşlara rağmen kişisel olarak farkındalığımızı artırmak, bilgiyi yaymak ve hem maddi hem de manevi bedenimizde bundan fayda sağlamalıyız. Doğanın da bilinci vardır. Kimisi bilim tarafından ispatlanabilmiş iken kimisi henüz ispata geçmemiştir. Bu yine de onların varlığını yok saymak anlamına gelmez. Daha iyi görebilmek için yeşile tanık olmak, yeşili yaşamak lazım ki bilgi kalbimize inebilsin. Ne demiştik: . Göz bedenin iken, kalp ruhun gözüdür.

World Wide Web; Dünya çapında Ağ. Bir tane daha w³ var: Wood Wide Web. Ağaçlar da tıpkı insanlar gibi iletişim kuruyor. Onların ağızları ve dilleri olmadığı için, yaratılışları ve “bedenleri” farklı olduğu için, kendi doğasına uygun olan iletişimle konuşuyorlar. Toprak, mantar ve kendi ağ sistemleri. Öğreniyorlar, hatırlıyorlar, biliyorlar, kendi aralarında hastalanmış bir ağaç varsa iyileştirebiliyor ya da kendilerini koruyabiliyorlar. Bir böcek tarafından istila edilmiş bir ağaç varsa, bunun sinyallerini diğer ağaçlara yayarak alarm sistemi kurabiliyorlar. Onlarda birlik var, BİZ bilinci var. Benci ve bencil kavramları yok.

Ağaçların yaydığı titreşimin insan biyolojisi ve psikolojisini iyileştirdiğine dair faydalı etkileri olduğu da bilim tarafından kanıtlanmış bir gerçek. Bunu siz de deneyebilir, dahası çocuklarınıza da bunu öğretebilirsiniz: Ağaçlara sarılmak. Eğer kendinizi vererek bunu yaparsanız etkisini daha iyi anlayacaksınız. Ağaçlara sarılmak doğayla iletişime geçmenin ve onun enerjisi ile iyileşebilmenin bir seçeneğidir. Bağışıklık sistemini güçlendiren, sinir sistemini düzenleyen, depresyon riskinin önüne geçen, birikmiş negatif enerjinizi atıp topraklanmanızı destekleyen bir iyileşme. Çıplak ayakla toprağa basmak da yine aynı şekilde…

Matthew Silverstone’nin “Blinded by Science” adlı kitabında ağaçların kısa adı DEHB olan dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna, depresyon ve baş ağrılarına, konsantrasyon arttırmaya ve akıl hastalıkları gibi birçok rahatsızlığın tedavi sürecini nasıl desteklendiğinden bilimsel olarak bahseder. Aynı şekilde çocukların yeşillik alanlarda daha çok vakit geçirmesinin onların bilişsel ve duygusal gelişimlerini desteklediği de bilinir.

Sabahları beş buçukta sabah yürüyüşüne çıkıyoruz birkaç yıldır. Mümkün kılabilirsem, ömürlük yapmak istiyorum bunu. Yapamadığım zamanlarda da sabah ezanı sıralarında evin camlarını açma niyetindeyim ki o saatlerde atmosferden yeryüzüne inen fıtri ozon tabakasından faydalanabilelim. Bu sayede bedenen de, zihnen de sabah nurundan şifa alabilelim. Köylerde ninelerimizin, dedelerimizin yüzlerindeki nur, bedenlerindeki dinçlik bizlere de insin. Zira efendimizin (sav) yaptıkları sünnet ise ve bir şeyde sünnet var ise orada da şifa vardır; tıpkı sabah ezanında camların açılması gibi…

Bizler, her birimiz doğal yaşamın içinde olamasak da, şartların uygun olduğu koşul miktarınca; orman bulan ormana, sahil bulan sahile, park bulan parka, balkon bulan balkona insin sabah vakitlerinde. Sabah o ağaçlardan inen kokunun mutluluğunu, güzelliğini, içimde uyandırdığı şairin şık cümlelerini anlatamam. Yaşamımız köy olamasa da, alışkanlıklarımız ve gayretimiz umarım hep bu yönde olur. Sabah ezanının kokusu diyorum ben; gün ağarırken fıtri ozon tabakasının yaydığı o muhteşem oksijenli ot kokusuna. Yalnızca sabahları o saat aralığında duyabileceğiniz, günün başka hiçbir zaman aralığında rastlayamayacağınız o doğanın parfümü; o koku, kuşların sesi, yaprakların sesi, suyun sesi. Yaşadığınızı ancak o zaman hissediyorsunuz.

Çoklu zeka kuramına göre bir zeka çeşidi de doğa zekasıdır ve geliştirilmelidir. Bu zekayı ve becerilerini lütfen hafife almayın. Aksine fazlasıyla dikkate alın ve doğa zekasını geliştirmeye yönelik hem kendinizde hem de çocuklarda aktiviteler, oyunlar oynayın.

Konuyu tamamlarken kısa bir kadim bilgiyle tamamlamak istiyorum: Bir ağaç yaralandığında ya da ölümünün yaklaştığını anladığında tüm enerjisini son kez tohum üretmek için depolar ve ömrünün en çok kabuklu meyvesini o zaman verir. Hatta köylülerimiz bir ağaç meyve vermediyse ağacın yanında ‘bu ağacı keselim’ diye konuşurlar ve söylenilen o ki bir sene sonra ağaç yine rekor düzeyde meyve verir. Bu, sağlıklı bir ağacın neslinin devamı için doğaya yaptığı vedadır.

Aynı şekilde genetiği değiştirilmiş olan bir tohum ise kendini kasten çoğaltmaz. Bu da sağlıksız bir ağacın neslinin devam etmesini önlemek için doğaya yaptığı kasıtlı bir vedadır.

Doğa canlıdır. Hücreler canlıdır. Doğayı oluşturan her canlının bir bilinci, hepsinin kendi içinde bir bilgeliği vardır. Tıpkı yeni doğan bir bebeğin anne kokusunu diğer insanlardan ayırt edebilmesi gibi.

Doğa öyle bir dönüştürücüdür ki ona daha çok zaman ayırdığımızda ruhsal, mental ve bedensel olarak iyileşmelerimizi kendimiz de görebiliriz fakat bu bilgiyi unuttuk biz. Girdiğimiz o beton ormanlarının yuvalarında, horoz sesleri yerine alarm seslerinin arasında gözümüzü açmaktan, doğal olmayan gıdaları bedenimizde depolamaktan, rüzgârın – yaprağın – suyun – havanın – toprağın sesi ve kokusundan uzak kalmamızdan, tüm bu doğa kaynaklarının yerine yaptığımız ve güzel manzara adını taktığımız yapay gölümsü havuzlarımızın manzaralarına bakmamızdan kaynaklı bir unutkanlıktı bu. Öyle ki, çocuklarımız parklarda bile oynarken üzerine toz toprak değse, tiksinir olduk. Oysa İnsan’ın hammaddesidir toprak.

Ona temas edin ve o güzel ağaçlara sarılmayı alışkanlık haline getirin. Zira sarılmak zaten şifadır: Anne çocuğuna sarıldığında çocuğun bedeni nasıl ki bağışıklığını ve direncini güçlendirecek, kan akışını hızlandıracak, antikor üretimini çoğaltacak bir etki oluşturuyorsa, ağaç da bizim için odur…

Yoruma kapalı.

MENÜ