Geçen gün bakkala girdik kızlarla. Hira (1 buçuk yaş) çubuk krakeri gördü, eline aldı, yemek istedi. Hayır dedim. Yanımızda ceviz var. Ceviz yiyeceğiz. Başladı ağlamaya. İttiyom da ittiyom! Nasıl ağlıyor ama. Çünkü istediğini yapmadım. İşi inada bindirdi artık. Bense asla sesimi yükseltmeden, ağlamasına ve çevredeki bakışlara pek fazla odaklanmadan, bir kere ağzımdan “hayır” lafı çıktığı için asla bunu evete çevirmeden, bu yiyeceğin zararlı olduğunu söyleyerek, hiçbir şekilde sınırımı ihlal ettirmeden almadım o çubuk krakeri. Bakkal sahibinin o an gözlerinden okudum: ” Ne var sanki bu kadar çocuğu ağlatacak! Alıver işte, sanki biz yedirdik de noldu, gayet sağlıklılar. Hepi topu 25 kuruş bi de!” Adamın farkında bile olmadan bana yansıttığı bakışa istinaden dönüp şöyle dedim: “Lütfen çocuğu yok yere ağlatıyor diye düşünmeyin. Almayacağım o çubuk krakeri. Yanımızda ceviz de var ve şu an karnı da aç değil zaten.” “Alıverseydin be abla, yazıktır, çok ağladı çocuk”. “Hayır, teşekkürler, hayırlı işler”.
Böyle davranmamın aslında birçok nedeni var. Bu nedenlerden bir tanesi Çocuğa Karşı Kararlı Olmak mı Yoksa Otoriter Olmak mı? yazımda da bahsettiğim gibi; çocuk sınırı bilmek ister ve kararımızda net olmalıyız. Evet ise hayır, hayır ise evet olmamalı. Yazının başlığına linki bıraktım, üzerine tıklayarak yazıya detaylıca ulaşabilirsiniz İkinci bir neden de; Bağırsak 2. Beyin yazımda bahsetmiştim; beslenme alışkanlıklarımızın, yediklerimizin, vücudumuza giren kimyasal maddelerin, bağırsak florasının, mikrobiyotanın önemini, toksik maddelerin nedeni ve daha fazlasına da bu yazımdan ulaşabilirsiniz. Gıdalar üzerine ne kadar çok kitap okursam, o kadar çok olayın ciddiyetini anlıyorum ve kendi ellerimle çocuğumu zehirlemek bana çok ürkütücü geliyor. Üçüncü nedenim ise GAPS kitabı: Bağırsağın hem beyin hem de bedenle ilişkisini anlatan, otizm gibi hastalıklar da dahil olmak üzere tüm nörolojik hastalıkların nedeninin de yine yediğimiz yiyeceklerden kaynaklandığını açıklayan, besin bilinçlenmesine ışık olan bir kitap. Dördüncü nedenim ise Aidin Salih’in Gerçek Tıp isimli kitabı. Kitap öyle şeylerden bahsediyor ki, çoğu zaman dehşete düşüyorum, iştahım kaçıyor, önümüze serilmiş bir sürü zehirden sıyrılmak bir kenara dursun, kara kara düşünüyorum insan nesli için. Çünkü ve artık öyle bir noktadayız ki… Gerçek Tıp ve GAPS kitaplarını uygulamaya özen gösteriyorum ve bu kitapları sizin de okumanızı gönülden diliyorum. Beşinci nedenime gelirsek; yediğimiz yemekler yalnızca bedenimizi değil, ruhumuzu da etkiliyor. Bunu Büyüleyici Bağırsak, GAPS ve Gerçek Tıp kitaplarında da çok rahatlıkla göreceksiniz. Beyin kadar önemli bir organ olan bağırsağımızın içindeki milyarlarca bakteriden oluşmuş hayatın hem bedenimizi hem de ruhumuzu nasıl yönettiğini anladığınız an, siz de paketli gıdalardan, hele de abur cubur yedirmekten tamamen vazgeçeceksiniz…. Pişirme yöntemlerim, tercih ettiğim beslenme şekillerini de iki ayrı yazımda paylaşmıştım. Gıda üzerine araştırıp okuduğum kitapları daha da okudukça paylaşmaya devam edeceğim. Çocuğunun Sağlığı İçin Yapabileceğin Çok Şey Var ve Mutfağıma Hoşgeldiniz yazılarımda pişirme yöntemlerimi ve hangi yiyecekleri tercih ettiğimi detaylıca yazmaya çalıştım. Ayrıca Azra Kohen’in Pi kitabının bir bölümünde de değindiği gibi; kullandığımız sudaki, diş macunundaki florür gibi, yediğimiz sebze ve meyvelerin kabuklarındaki tarımsal ilaçlar gibi zehirler sayesinde kimyasal dengemiz zaten bozuluyor. Bunların bir kısmı toksik maddeye neden olurken, bir kısmı floramızı bozuyor ve bir kısmı da epifiz bezine etki ediyor.
Epifiz bezinden ise kısaca bahsetmem gerekirse yine en doğru şekliyle Azra Kohen’in kaleminden olduğu gibi aktarayım: “Kafatasının içinde hemen hemen her şeyin bir sağı ve solu var ama beyninin tam ortasında küçücük bir parça var, hormonlarınım üretildiği, aldığın kararlarının hammaddelerinin kimyasal olarak oluşturulduğu merkez burası, epifiz bezi. Aynı bir göz gibi dizayn edilmiş, retinası sayesinde ışığı algılayan bir yapısı var. Çam kozalağına benzeyen küçücük bir organ. René Descartes’in ruhun koltuğu adını verdiği bu organ bizim üçüncü gözümüz. Gözünü kapattığında düşündüğün şeyi görselleştirmeni, aklınla görmeni sağlayan şey, bu parçanın göze benzeyen yapısıdır. Hayal kurmanı sağlar. Beyinde başka hiçbir organ epifiz bezine benzemez. Vücut tamamen karanlıkta uyurken dahi, eğer ayak topuğuna güneş ışığı değerse, epiz bezin bunu algılar ve melatonin salgılamayı keser. Bu parça, büyüklüğüne oranla en fazla kan basıncının olduğu yerdir, yani enerjinin en yüksek olduğu yer. 1997’de Jennifer Anne Luke kullanılan sodyum florürün epifiz bezini kireçlendirdiğini ispatladı. İçtiğin asitli içeceklerde, yediğin paketlenmiş gıdalarda ve bugün özellikle de Amerika’da şişelenmiş içme sularına dahi florür konulmaktadır. Hatta yeni doğan çocuklara dişleri güçlensin diye florür hapları dahi vermeye başladılar ki Avrupa Diş Hekimleri Odası’nın yaptığı resmi açıklamaya göre florürün dişe bir katkısı yok, tam tersi ciddi bir zehirdir. Vücuduna alınan florür epifiz bezini kireçlendirir. Bu kireçlenmenin yan etkisi olarak, zor uyuma, gece 2 ila 5 arasında, aslında melatonin seviyesinin en yüksek salgılanması gereken zamanda uyanma görülür. Bu yüzden depresyona girer insan. Ama kireçlenmiş bir epifiz bezi insanı sadece depresyona sürüklemez daha büyük bir etki yapar, kişi karar vermekte zorlanan birine dönüşür ve yönetilebilir olur. Kendisi düşünüp karar veren değil dinlediğini uygulayan bir organizmaya dönüşür. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar toplama kamplarına koydukları insanlara florür verdikleri için toplama kamplarındaki milyonlarca insanı öldüresiye yönetebilmişlerdir. Kimse ayaklanmamış, hatta itiraz bile edememiştir. Bugün ülkemizde de çeşme suyunda flörür vardır. Her duygu hissettiğinde epifiz bezin titreşir ve kireçlenen bir epifiz bezi titreşmez, duygu üretemez hale gelirsin. Boşlukta hissiz ya da tek bir duyguya takılı kalmış, duygu kısırı bir organizmaya dönüşürsün. Duygu üretemeyince huzursuzluk hissi kaplar benliğini ve sadece sahip olduklarından keyif alır hale gelirsin. Çünkü geri kalan hiçbir şey seni harekete geçiremez, ruhun kireçlenmiştir.”
Biraz da abur cuburların içeriğinde bulunan, sentetik olarak üretilen, kimyasal maddelerden sadece biri olan aspartamdan bahsetmek istiyorum. Bu bilgileri de Gerçek Tıp kitabından aktaracağım ki, hem kitabı okumanız için hem de olayın ciddiyetini bir kez daha anlayabilmek için:
Aspartam, E-951: En yaygın kullanılan, şekerden 180-200 kat daha tatlı bir sentetik tatlandırıcıdır. Rekombinant – DNA yöntemi ile elde edilir. Çikolata, sakız, et ürünleri, ketçap, soslar, gazozlar, şekerlemeler, ilaçlar, diyet yiyecekler ve içeceklerde ve pastanelerde şeker yerine kullanılır. Gıda sektöründe değişik isimlerde, ancak en çok Aspartam, Fenilalanin ya da Surel diye adlandırılır ve etiketlerde bu şekilde yer alır. Çoğu zaman sakarin veya siklamat ile de karıştırılarak kullanılır. Bu karışımlara Alfasit, Aspamiks, Aspasvit, Svitli, Aspartin, Evrosvit vs. adı verilir. Aspartam içeren tatlandırıcılar etikette “tatlandırıcı” olarak da bildirilebilir. Aspartamın %60’ını fenilalanin oluşturur. Fenilalanin tüm biyokimyasal süreçlerde ve protein üretiminde yer alan en önemli aminoasitlerden biridir. İnsan bedeni her gün protein ile alınan fenilalanine ihtiyaç duyar. Sentetik fenilalanin yapı olarak doğalına göre çok daha aktif olduğundan doğal fenilalanin yerine geçer, onun bütün fonksiyonlarını üstlenir. Böylece hazır ürünlerle sentetik fenilalanin alanlar ruhsal ve fiziksel olarak ona bağımlı hale gelir. Ruhsal Bağımlılık: Fenilalanin, vücutta tirozin aminoasidine dönüşür, tirozinden ise ruh halini ve ağrı hislerini yöneten dopamin ve noradrenalin üretilir. Bu da sentetik fenilalanin kullanan kişide ruhsal bağımlılığa neden olur. Ayrıca fenilalaninden cinsel dürtüleri yöneten feniletilamin meydana gelir ve aşık olma duygusunu tetikler. Fenilalaninden üretilen hormonlar fikir üretimi sürecinde etkin rol oynadığından hafıza, öğrenme ve düşünme kapasitesi de doğrudan etkilenir. Bu yüzden aspartam bağımlısı insanlar çikolata yemeden veya aspartamlı bir içecek içmeden zihinsel çalışma yapamazlar. Fiziksel Bağımlılık: Aspartamda bulunan sentetik fenilalanin etkin olarak metabolizmaya dahil olur, pankreas, karaciğer, tiroid bezi ve böbreküstü bezinin hormon üretimine katılır. En önemli tiroid hormonlarından olan tiroksin ile pankreas hormonu olan insülin fenilalanın vasıtasıyla üretilir ve metabolizma atıklarının böbrek ve karaciğer yoluyla atılması fenilalanin vasıtasıyla sağlanır. Kısacası fenilalanin vücudun en önemli fonksiyonlarının tümünü kontrol eder ve böylece sentetik fenilalanin kullanan kişi ona tamamen bağımlı hale gelir. Bu döngü de bağışıklık sistemini bozar. Kronik yorgunluk, döküntü, bayılma, kas ağrıları, göz kapaklarında, dudaklarda, ellerde ve ayaklarda şişme, eklem ağrıları, bulantı, çarpıntı, anksiyete, şişmanlık, baş ağrısı, baş dönmesi, huzursuzluk, depresyon, tiroid ve nörolojik rahatsızlıklar, hafıza kaybı, spazm, epileptik nöbetler, beyinsel özürler, üreme organlarında sorunlar, duyma yetisinin zayıflaması veya kaybı, ağır karaciğer ve böbrek patolojileri, beyin tümörü, skleroz, epilepsi, parkinson, alzheimer, zihinsel gerilik ve diabete neden olduğu saplanmıştır. Sentetik fenilalanin sperm ve yumurtaları zehirler ve mutasyona uğratır. Aspartam hamilelikte doğrudan ceninin gelişimini etkiler; kullanılan miktarın çok az olması veya uzun zaman önce kullanılmış olmasının önemi yoktur. Aspartamı yasaklayan veya kullanımına sınır koyan ülkelerde kısırlık, doğum kusurları, gelişme çağındaki çocuklarda zihinsel ve ruhsal problemlerin oranı hızla azalmakta, Türkiye’de ise hızla artmaktadır.
Ayrıca çin tuzunu da araştırmanızı öneririm…
Aspartamı ve linkini verdiğim diğer yazıları okuduktan sonra, şimdi ve halâ çocuğunuza abur cubur vermekten yana mısınız? Şöyle bir gerçek var, evet: Yasaklar cezbeder, yasaklandıkça insan daha çok denemek ister ve bizler çocuğumuzu abur cubura karşı engellerken, diğer çocuklar yemeye devam edecek ve bu da çocuğumuzun üzülmesine ve daha çok istemesine neden olacak. Ayrıca çocuk zamanla yalana başvurarak, gizli gizli abur cubur tüketimine devam edecek. Bunları önlemek için neler yapıyorum?
Hira daha bir buçuk yaşında olduğu için bunu anlamıyor elbette ama Güneş dört buçuk yaşında olduğu için, yaklaşık bir buçuk yıldır ona bu paketli gıdalardan bahsediyorum. “Bu abur cuburların tadını sevdiğini ve lezzetli olduğunu biliyorum. Ama bunları bu kadar lezzetli yapmak için içerisine çok kötü şeyler koyuyorlar. Bu kötülüğü yaparlarken de çocukların sağlığını düşünmüyorlar. Sizin görebilmeniz için de marketin en ön sıralarına, senin boyuna göre diziyorlar ki daha çok alasın diye”. Başta anlaması elbette zaman aldı ama artık beni daha iyi anlıyor. Markete girdiğimizde neredeyse hiç istemiyor. Peki hiç mi almıyorum? Maalesef çok nadir de olsa alındığı oluyor. Ben bu yaşına kadar sadece 3 kere aldım. Ama eve gelen misafirler aldıysa ve benden önce Güneş fark ederse müsaade ediyorum fakat Güneş görmez ise hemen çöpe atıyorum. Durumu da izah ediyorum. Çünkü ve maalesef, paketli gıdaların kendilerine alındığını gördüklerinde tadına bakmak isteyecekler. Tamamen yasak koymuyorum ama minimum düzeyde ulaştırıyorum. Kimileri “aman canıııım biz yedirdik de ne oldu, biz yedik de ne oldu, biz verdik de ne oldu” diye tepki gösteriyor. Ne oldu sorularına cevabım; ne olduğunu, ne olabileceğini sen gözle görülür şekilde fark edemezsin. Anında da etki etmez. Ama zamanla vücudunda biriken bu maddeler onun hem akıl hem de beden sağlığını çok ciddi şekilde etkileyecektir. Annemle babam, ikiz kardeşimle ben 3 yaşımıza gelene kadar bize hiç çikolata yedirmemişler. Tek neden bu değil, biliyorum ama dişlerimin çok şükür ki bu denli sağlıklı olması, beden sağlığımın yine çok şükür ki çok iyi olmasını ben, annemle babamın beslenmemize ciddi derecede önem vermesinden kaynaklandığını düşünüyorum ve kendilerine duacıyım…
Fast food yiyeceklerden de, Güneş de Hira da henüz hamburgerin tadını bilmiyorlar. En fazla aldığım şey lahmacun oluyor. Yani bizi lahmacun yerken görebilirsiniz 🙂 Makarna tarzı karbonhidrat yiyecekleri de mümkün olduğunca az kullanıyorum.
Elimden geldiğince açıklık getirmeye, ifade edebilmeye çalıştım. Yalnızca çocuğunuz için değil, insan neslinin sağlıkla devam edebilmesi için de bu zinciri kırmamız, farkındalığımızı artırmamız gerekiyor. Farkında mısınız; hem ruhsal hastalıklar hem de bedensel hastalıklar ne kadar arttı. Böyle giderse, bir nesil sonrası kim bilir nasıl bir durumda olacak…
Hurmanız, kavrulmamış kuru yemişleriniz, yoğurdunuz, kefiriniz, kaya tuzunuz bol iken, insan yapımı toz şekersiz, mısır şurupsuz, aspartamsız, pakete girmemiş nice gıdasız sofralarınızın olmasını dilerim.
Sevgilerimle sevgili anneler ve çocuklar,
Yoruma kapalı.